Varoluşçu Felsefe size göre
nedir? Sizi varoluşçu bir yazar olarak nitelendirebilir miyiz? Güvercine Ağıt
varoluşçuluğun neresinde duruyor? Okuyucunun bu eserinize nasıl yaklaşmasını
beklersiniz?
Varoluşçuluk
bireyin ahlâki sorumluluğunu kendisine bırakan, seçimlerimizle kendimizi
kurduğumuzu düşünen önemli bir felsefi akımdır. Ne var ki bir yazarın romanda
varoluşçu filozofluk yapması bana göre edebiyatı ıskalaması anlamına gelir. Varoluşçu
karakterler yarattığımı öne süren akademisyenler
var, bunu biliyor ve anlıyorum fakat ben romanlarımla varoluşçuluğu
savunmuyorum. Çünkü “varoluşçu olmak”la “varoluşçu karakterler yaratmak” aynı
şey değildir. Ben edebiyat konuşulduğunda yalnızca edebiyatçıyım. Hiçbir şeyci
değilim. Bunu edebiyatçılardan ideologlar yaratmayı çok seven yaklaşıma itiraz
ederek söylüyorum: Yazar ne filozoftur, ne tebliğcidir ne de siyaset temsilcisi;
yazar bir sanatçıdır. Sanat ise dinden, siyasetten, felsefeden ve bilimden ayrı,
özerk bir ilişkiler bütünüdür. Okuyucu bir esere nasıl yaklaşırsa yaklaşır,
benim neyi anlatmak istediğim hiç önemli değildir. Bu konuda Umberto Eco’nun
Yazarın Niyeti ile Okurun Niyeti arasındaki farklılığa dikkat çekişini anımsatmak
zorundayım. Ne yazarsanız yazın, metnin niyetini çözmeye çalışan okurun yorumunun
değişken olacağını bilmek zorundasınız.
Hem Güvercine Ağıt için
yazdığınız nefeslerde hem de yazılarınızda felsefeyle içi içesiniz bunun nedeni nedir ve
beslendiğiniz kaynaklar nelerdir ?
Her
romancı metne uygun dil yaratmak zorundadır. Roman “kaynaklara bakılarak”
yazılmaz. Roman, (felsefi, bilimsel, deneyimsel, dinsel, kişisel) her türlü
bilginin sanat diline dönüştürülmesiyle ortaya çıkan benzersiz bir kurmacadır.
Ben yalnız felsefeyle değil bilimle de iç içeyim. Yaptığım şey, edebi metnime
bunları doğrudan indirgemekten kaçınmaktır. Yazar her türlü bilgiyi sanat diline
dönüştürmekle yükümlüdür. Başka alana ait bilgiler, edebi metinde bildiri gibi
durur.
Haydar, Stavro, Civan,
Saruca, Muhyiddin, Fazıl.. Kısacası Güvercine Ağıt’taki karakterlerin sembolik
anlamı var mı belli bir karşıtlık üzerine mi kurguladınız?
Kişilerin
hiçbir sembolik anlamı yok. Kişiler, kişilerdir o kadar. Hiçbir karşıtlık
üzerine kurgulanmadılar. Hıristiyan iyiler de Hıristiyan kötüler kadar vardır.
Müslüman iyilerin yanında Müslüman kötülerin bulunması da şaşırtıcı değildir.
Ben karakterlerime din, millet, sınıf gibi açılardan yakınlık veya uzaklık
belirlemeyi sevmem. Her türden insan, kayıtsız ve koşulsuz romanın öznesidir.
Zaman Yeli, Güvercine Ağıt ve Kalenderiye eserinde
neden Kapadokya’yı seçtiniz sembolik olarak değeri var mı ?
Roman
konuştuğumuz yerde neden hep sembolleri sorguladığınızı anlamaya çalışıyorum. Romanın
bir düşüncenin eğretilemesi olduğu ve bir fikrin temsilcisi gibi davrandığı
yaygın bir tavırdır da belki ondan böyle soruyorsunuz. Aklınıza bir yazarın “yazılmamış olanı seçmek” gibi son derece bireysel bir nedenle davranabileceği neden
gelmiyor? Sembol de neymiş? Benim lafı dolandırmaya hiç niyetim yoktur. Bakar
ve okursunuz, göreceğiniz şey oradadır. Onu kaşım derken gözünü anlatanlar
düşünsün. Romanın katmanlarında şiirsel yan anlamlar yoktur. İç ve dış anlam
yoktur. Roman sanatı sözün yeniliğinde,
dramatik yapısının benzersizliğinde ve hikayesinin gücünde anlam bulur.
Kapadokya’yı neden seçiyorum, buna çocukluğumdan başlayarak bir yığın yanıt
bulunabilir ama ben birini söylemekle yetineceğim: Kapadokya’yı benden önce
böyle işleyen var mı? Benim sorum budur.
Güvercine Ağıt’ta iki din
adamıyla karşılaşıyoruz: Saruca Abdal ve Civan.
Bunların ikisi de maddi zevklerden kendilerini arındırarak yaşıyorlar
sonra zindana atılıyorlar. İkisinin de zindan hayatı sonucunda din algısının
değiştiğini görüyoruz. Burada zindan ve kadın birer metafor mu zindanı dünya
hayatına kadını da masiva olarak
yorumlayabilir miyiz? Kadın sizin varoluşcu felsefesinizde neye tekâbül ediyor
?
Bu
soruların benim düşüncelerimle hiçbir ilgisi yok. Benim romanda varoluşçu
olduğuma karar vermiş, beni konumlandırmış ve sınıflamışsınız. Kadına ve erkeğe
baktığımda niçin onları bir insan gibi değil de bir fikir gibi gördüğümü
düşünüyorsunuz? Kadın niye masiva olsun? Erkeği doğuran canlı, dünyevi ve hatta
yeraltı dehşetengizliği içinde olacak, erkek uhrevi! Yok öyle yağma.
Farkındaysanız bu kez sembol sormadınız ama metafor sordunuz. Bu türden sorular
beni ve sanatımı tanımlamaya yardımcı olmaz.
Güvercine Ağıttaki güvercin
Gülbeyaz mıdır yoksa Hacı Bektaş Veli’nin sureti midir? Ve güvercinin sırrı
nedir ?
Güvercin
yazarın yarattığı bir simge değil, dinlerin kullandığı bir simgedir. Hıristiyan
Kutsal Ruh’u güvercinle gösterilir. Hacıbektaş Veli, güvercin olarak
düşünülmüştür. Dede Korkut’ta da Azrail Deli dumrul’dan kaçarken güvercine
dönüşür. Bunlar animizmden beri insanda yer eden biçim değiştirme motiflerinin
öteki dinlerde nasıl yaşadığının göstergeleri olarak da okunabilir. Roman
yazarı bunları görür ve işaret eder. Yazarın yaptığı şey bütün simgeler
arasından bir fikri bulup empoze etmek değil, bunlarla insan arasındaki
düşünsel bağı bulup çıkarmaya çalışmaktır. Yazarın işi bilimi, ideolojiyi,
siyaseti veya dini anlatmak değildir.
Güvercine Ağıt romanınız için
tarihi bir roman diyebilir miyiz?
“Roman”
demenizi yeğlerim. Hele “tarihsel roman” deyince amatör tarihçilik yapılan o
ideolojik kitapları anlıyorsanız, benim yazdıklarıma asla tarihsel roman
demeyin. Ama “tarih zemininde geçen olaylar üzerinde insan hikayeleri anlatmak”
anlamında elbette benim kitaplarım da birer tarihsel romandır.
Güvercine Ağıt postmodern bir
perspektifte değerlendirilebilir mi? Kendinizi postmodern romancı olarak mı
nitelendiriyorsunuz?
Bir
şeyci olmak hoşuma gitmez benim. Postmodernizm bir sanat akımı olarak vücut
bulmuş değildir, çağın genel adı olmaya daha uygun gibi görünüyor. Herkesin
birilerine yafta yapıştırmayı sevdiği bir dönemde, postmodern denince akan
sular duruyor. İnsanlar bu kavramı ya birini yere batırmak için ya da yüceltmek
için kullanabiliyor. Çünkü herkes o kavramdan kendi meşrebince bir şey anlıyor.
Bir sanat akımı bu kadar aşırı yorumu kaldırmaz. O yüzden hiçbir zaman
postmodernist olduğumu söylemedim, postmodern çağda yaşadığımızı düşünmekle
yetinirim ben.
Romanınızda ölüm ve hiçlik konuları
çok fazla işleniyor. Sizce ölümle birlikte bir hiçlik mi başlıyor yoksa asıl
hiçlik ölümle birlikte mi bitiyor?
Bu
sorunun “estetik” bağlamıyla ilgisi yok. Ölüm insani bir durumdur ve
yüzyıllardır her yazar bununla yüzleşir. Hiçlik sorusu benim varoluşçu olduğum
düşünülerek sorulmuşa benziyor. Bu, varoluşçuluğa eleştiri olarak getirilse de
yanlış bir eleştiridir, çünkü varoluşçular Nihilist değildir. Nihilist olan yalnızca
Camus’dür ve o da zaten varoluşçu olarak anılmaktan hiç hoşlanmamıştır. Roman
yazarlarıyla konuşurken
onlara nihilizmi sormak kötü bir alışkanlıktır, ben başta da söyledim: Kendimi
roman anlatıcısı olarak bir felsefi tez savunur halde görmekten hoşlanmam. Onu
romanlarına siyaset, din veya siyaset boca edenlere sorabilirsiniz. Ölümden
sonra ne olduğuyla ilgili olarak merak ettiğiniz şey teolojiyle ilgilidir, oysa
biz burada estetik bağlamında konuşuyoruz.
Güvercine Ağıt’ta da
görülüyor ki şairlik yeteneğiniz var. Müstakil şiir yazıyor musunuz
yazıyorsanız, bunları yayımlamayı düşünüyor musunuz ?
Şairlik
yeteneğim olduğunu kabul etmiyorum. Orada gördükleriniz bundan beş yüz yıl
öncesine ait söz kalıplarını, geleneği iyi bilen bir insanın söyleyebileceği
katılıkta, çağımıza göre eski, o çağı anlatmak için yararlı söz dizileridir.
Şüphesiz bir romancının bunu sezmesi beklenmediğinden etkileyicidir. Ne var ki
günümüzde böyle şiir yazan biri varsa, o ben olmak istemem.