Nikolay Gogol (1809-1852)
Yazar birilerinden para alırsa bu ulufe
olur, yazar el etek öpmeyi öğrenir, dikkati keskinleştiren kendi başınalığı,
ahlakı yücelten borçsuzluğu unutur.
Yazar yoksul olmak zorunda değildir ama
patronaja dikkat etmek zorundadır.
Metin Celal konumunu savunmayı sürdürüyor ve
TEDA projesinden destek alanları “Siz de suça ortaksınız” diyerek pıstırmak
istiyor. Öyle anlaşılıyor ki, Metin Celal “Günahı olmayan ilk taşı atsın”
diyerek meydan okuyor. Halbuki bu, “ortada bir yanlış varsa bu yanlış onu yapan
kişiler çoğaldıkça bağışlanmak zorundadır” demekle aynıdır. Dün “Aziz Nesin de
para aldı” diyen Metin Celal onun kurumsal kimlik için (TYS) para istediğini
görmezden gelerek, ömrü boyunca doğruluk ve adalet peşinde koşmuş olan o yazarı
küçülttü, sonra da bu TEDA konusunu ortaya attı. Halbuki TEDA, yazarı doğrudan
ilgilendirmez, çevirmene ve yayıncıya destek vererek edebiyatı yurtdışına yayma
ve ülkeyi tanıtma için ayrılmış bir fondur; “şu adama para verelim ama örtülü
verelim” ulufesi değildir. Yazara devlet desteği denen şey, halkın parasını
kapalı kapılar ardında “seçilmiş” kişilere vermektir. Bu yasalara uygun
olabilir ama ahlaka aykırıdır, suç olmayabilir ama doğru değildir.
Yazarlığı “devlet desteği” kavramıyla ithalat
ihracat sektöründen öğrenilmiş kavramlarla kirletmeye gerek yok. Bırakın bunu
bütün kirlilikleriyle sağcılar yapsın, solcular da o paradan mahrum kalsın.
Devletin solcu yazarlara da para verilmesini sağlayan şefkatli ellere sahip
solcu seçicileri olmasın. Çünkü bu büyük patronajın küçük hilesidir: “Biz
herkese para veriyoruz” denecek ama “Niye para veriliyor ki?” denemeyecektir.
Bu, yazarı kasabın kedisi konumuna
indirgemektir.
Bu, yazara aşağılıksın demektir.
Halbuki yazarlar yokluğun kuyusundan su
çekenlerdir, olmayan nehirlerde yüzer, kimsesiz bir dünyada kalabalıklara
karışırlar.
Onlar bağımsız vicdan, eğilmemiş baş,
kırılmamış onur olarak yaşamalıdırlar.
Böyle yapmayanları sanatın belleği, yokluk
içinde yaşayıp ölmüş, umur bulduğunda da buna çok geç ulaşmış dünya
yazarlarının vicdanıyla yüzyüze getirmeye devam edecektir.
Wansee’nin kıyısında yoksulluk yüzünden
hastalanan ve “lütfen beni öldür” diyerek yalvaran kızkardeşine o yokluk içinde
kıvranarak bakmaya çalışan, kadın öldükten sonra da kendine kıyan Erich von
Kleist, devlet yardımı olmadan yazamayan bugünün başkanlık sarayı kapıkullarına
ibret olsun.
Dostoyevski’nin, sürgünlerde kırılan
sevincini, kumarbazlığını ve hatta kişisel ahlaktan yana zayıflıklarını bizdeki
gibi kindar şairlerin devletten aldıkları para desteğine çevirme lüksü yoktu;
bu da devlet yazara destek çıkmasın mı
diyenlere tokat olsun.
Ömrü yokluklar içinde geçen ve canına kıyan
Gogol, kimsesizliğiyle büyük Fuzuli, yazmaktan başka zenginliği olmayan Orhan
Kemal, varını yoğunu çocuklara adayan Aziz Nesin aklı başında olan herkes için
yeterli bir özgürlük karinesidir. Bu nedenle, devlet yardımı meselesini can
sıkıcı bir biçimde savunan solcular, bir gün utanacaktır; edep ve insaf gereği
olarak insan neye sırtını dayadığına dönüp bir bakar çünkü.
Mesele kimin kime para verdiği değildir:
Yazara örtülü veya açık olarak para verilmesine karşı çıkmayı yazarlığın
varoluş ilkesi olarak benimsemek ya da benimsememektir. Yazarla beleşçiyi
ayıran şey budur. İğrenç Osmanlı geleneğini de mi anımsamıyor kimse, bütün
muhalifler Abdülhamit tarafından beslendi, en köklü muhalifler bile büyük
paralar aldı: Birileri “hem muhalif olurum hem de paramı alırım” diyebilir ama
bu sanatın Sait Halim Paşası olmaya niyet etmekle birdir.
Piyasanın edebiyatı kontrol etme
biçimleriyle nasıl mücadele edeceğimizi düşünürken, büyük biraderin yazarlara
patronluk etme girişimine destek çıkan solcuları görmek, Brutus’un hançerini
parlarken görmekle aynı şey oluyor.