1.
Nasıl yazarsak etkili olur sorusu bilindiği kadarıyla Aristo’nun Poetika adlı yapıtından beri tartışılır. Bunu Horatius’un yazdığı Ars Poetika izlemiştir.
2.
Tartışmanın odağı, “sözü nasıl söylersek etkili olur” sorusu üzerinde düğümleniyordu. Bu konu Rönesansla birlikte önemini yitirmeye başladı: Bunun yerine “Yazıyı nasıl yazmalı ki etkili olsun” sorusu gündeme geldi. Roman yazarları, eleştirmenler ve bazı filozoflar, özellikle son iki yüz yılda bu konuyla ilgili yeni tezler öne sürdüler.
3.
Eski dünyada sözel kültür öndeydi ve izleyicilerin büyük çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu. Antik Yunan çağında soyluların, yarı tanrıların ve tanrıların şiirle anlatıldığı tiyatro dünyası işte bu okumaz yazmazlara kültürü öğretiyordu. Oyunlar yoksulların dinsel inançlarını biçimlendiriyor ve fakat Aristo bu poetik yapının (şiirle oynanıyordu tiyatro) “ortalamadan aşağı” insanların hikayesine dayanmadığını belirtiyordu.
3a
Kesinleme yapılmalı: İlkçağda yazarlar şiir söylenen bir evrenden teslim aldıkları oyunları yazarken üstün nitelikli kahramanların hikayesini anlatıyorlardı. Platon boşuna “Tanrıları lir çalarken düşünemeyiz” demiyordu.
4.
Bunu bugün aklı başında olan herkesin yadsıması gerekir. Fakat ne yazık ki “Edebi yapıt ortaya koyuyoruz” diye ciddi ciddi ideolojik propaganda yapmaya gönül indirenler kısa vadeli başarıları önemli zannederler. Çünkü politika döneme ait ilişkileri ve çatışmaları sorun olarak önüne koyar. Oysa sanat insanlığın hep var olan çelişkilerine gözünü dikmek yönünden bir ömrü çok aşan tepelerde gezinir. Bu da sanat söz konusu olduğunda yazı bilgisinin politik, dinsel veya güncel olanı bilmekten daha önemli olduğu anlamına gelir.
5.
Aristo’nun Poetika adlı yapıtı, şiir bilgisini tartışmaktan çok şiirle yazılan tiyatroyu ve Sofokles’in oyun yazma niteliklerini konu alan bir kuramsal kitaptır. Öncelikle yazı yazmanın şiirden koptuğu günümüz dünyasında yazarın poetikasından söz edilemeyeceği için öncelikle dianiasından söz etmemiz gerektiğini öne sürüyorum.
5a
Diania yazı bilgisi demektir. Yazar nasıl yazmalıdır sorusunu tartışmak diania ile mümkündür. Poetika ile şiir nasıl yazılır sorusu tartışılabilir.
6.
Dolayısıyla sözlü geleneğin sürdüğü çağda Horaitus, Şiir Sanatı (Ars Poetika) hakkında yazarken yine tiyatroyu, şiirle oyun kurmayı tartışıyordu. Günümüzde bunu böyle tartışamayız. Bu nedenle başlığı Ars Narratica (Anlatım Sanatı) olarak seçiyorum.
7.
Öncelikle dikkat edilmesi gereken bir şey var. Eski çağlarda, (Bundan sözlü anlatımın önde olduğu Rönesans öncesini anlıyorum) hikayesi anlatılanların hepsi de olağanüstü kişilerdir. Ya büyücüdürler ya sihirli bir söz biliyorlardır ya da insan gibi düşünen hayvanlardır… Yani üstün nitelikleri olan varlıklardır bunlar. Sözel kültür budur. Yunan tiyatrosu da sözel kültürün yani İlyada-Odesa ve Aeneas gibi destanların bir parçasıdır. Tiyatro yazarları bunlardan yararlanır ve şiir yazarak olay örgüsünü kurarlardı. Bu nedenle onların kahramanları da üstün niteliklere sahip olurdu. Olaylar sihirli, olağanüstü gelişmeler içeren nitelikteydi.
8.
Bu nedenle eski çağlarda karakter yok, kahraman vardır. Kahraman, üstün bir nitelikle tanınan kişidir, oysa karakter toplumsal olarak biçimlense de kişiye özgü niteliklerle var olur. Karakter kendi kaderini seçer, oysa kahraman kaderin temsilcisidir.
9.
Peki, günümüzde kahraman, yani üstün nitelikli kişiler yazılmıyor mu? Elbette yazılıyor ama eskiden farklı olarak onlar kaderin temsilcisi değiller. Onlar yalnızca bir üstün nitelikle diğerlerinden ayrılıyorlar ve bu nitelik bazen onlara ayak bağı bile oluyor: Supermen, insan gibi âşık olamayabiliyor örneğin.
10.
Günümüzde eski çağlardaki yazma biçimlerini olduğu gibi yineleyerek yazılamaz bu yüzden. Çünkü o çağlardaki cinsiyet ve toplum bilgisi artık yoktur. Rönesans’ta Antik Yunan’ın yeniden doğuşu kutsanmakla birlikte unutmayalım ki Hümanizma ile birlikte insanı merkeze koyan bir bakış açısının öne çıktığı bir yazı evreni kuruldu. Antik Yunan tanrı merkezli konuşmaya dayanır. Bugün biz insan merkezli bir bakışı da yetersiz buluyoruz, her şeyin insan için olduğu tezine karşıyız; doğada hayvanlar, bitkiler ve doğanın kendisi olduğunu düşünmeye başladık: Bu yüzden sanatımız eskilerin bilmediği yenilikler içerir.
11.
Yine de sormalı: Günümüzdeki anlatıcılık eski sözel zamanlardakinden tamamen ayrıldı mı? Tamamen yeni özelliklerden mi oluşuyor?
Hayır. Ne kadar modern olursa olsun, yazarın kullandığı bir anlatım biçimi, “ben anlatıcılık”tan da yaygın biçimde “üçüncü gözle bakma”dır. Buna “tanrı anlatıcılık” da derler. Anlaşılacağı gibi bu anlatım yolu eski çağlardan kalmadır ve “her şeyi bilen tanrı” gibi konuşan yazarı kasteder. Tıpkı tanrı gibi karakterlerin iç dünyasını görür ve onların niyetini bilir. Yazarlar tanrı gibi olmayı, Rönesans’tan öğrenmişlerdir. Çünkü Rönesans yazıcılığı doğrudan doğruya göksel olanın yersel olanla yer değiştirmesine dayandığı halde, sözü söyleyen kişinin söylem tarzını tanrı katmanında bırakmıştı. Yani eskiden söz tanrılar katından konuşulurdu, Rönesansla birlikte söz insan katında konuşulmaya (okunmaya da) başlandığı halde, tanrı gibi konuşmaktan vazgeçmeyen insan yazıyı geliştirmeye devam etti. Romanı ve modern öyküyü bu tarzda konuşmanın (yazmanın) yarattığına şüphe yoktur.
12.
Şimdi eski çağı anımsayalım ve düşünelim: Süper kişilerin hikayesi anlatılıyordu, bunlar kahramandı ve ölümsüzdüler. Gene unutmayalım ki bu ölümsüzler ölümlü olanlarla birlikte yaşardı. Bu durum ilk çağdaki sözlü dönemde yapılan resimlerin perspektiften yoksun olmalarının nedeni açıklar. Hatta yasaktı bu. Çünkü tanrısal gözle görüyorlardı ve insanın bakışındaki perspektif onlara göre değildi. Rönesans insan gözünün egemen olduğu çağ anlamına geldiği için perspektif esasına dayanır.
13.
İnsan odaklı anlatım, onun maceralarının önemli olduğu bir çağı imler. Bu nedenle Rönesans çığırının daha başlarında Boccacio’nun ve Dante’nin yaptıkları, dönemin ressamlarıyla mantıksal olarak bağlantılıdır. Yani açıkçası modern resmin evrimi ile hikayeciliğin evrimi arasında mantıksal bir ilişki vardır.
14.
Rönesans hikayeleri insanın insan tarafından keşfine dayanıyordu. Sanat bu amacı ülküselleştirmiştir. Modern hikayede ise anlatılan şeyler şehirden şehre gezen yolcu hikayeleri olmaktan çıktı: Şehir yaşamı, deneysellik ve biliş merkezlilik de sanatın olmazsa olmazları arasına katıldı. Rönesans çağında yazar mitolojinin ve dinin çekim alanından henüz çıkmamıştı: Bu haliyle tanrıyla insan arasında kalmış bir septik filozofu andırıyordu. İlahi Komedya böyledir. Çünkü Rönesans çağı yazarı hep din tarafından kovuşturulmuştur. Sözü örtüktür. Fakat sanayi devrimiyle birlikte yazıya deneyciliği ve neden sonuç ilişkisini ekleyen sanatkâr, Montaigne’in yanına Francis Bacon’u da yerleştirmeyi başarır. Artık şehir sanayi ile iç içedir, yoksullar serf değil proleterdir, aristokrasi gücünü yitirmeye başlamıştır ve kapitalizm doğmuştur. Bu durum Marx’ın deyişiyle sanatçının üzerindeki patronajın sona ermesi ve ressamın, şairin sokağa düşmesi anlamına gelir. İngiliz işçi sınıfı mücadeleleri ile bireyin iç savaşının anlatıldığı öykülerin eş zamanlı olarak doğması anlamlıdır.
15.
Şüphesiz bu gelişme karşısında değerler hızla çözülür. Romantizm bu nedenle hep eskiyi, “güzel olanı” özleyerek doğmuştur. Bir romantik olarak geriye kaçmak isterken bile Goethe, Lotte için “Ben, ben” diye mektuplar yazar ve yeniçağın temel karakteristiğini ortaya koyar: Bu çağ, ben’in merkezindeki bir çağdır. Gogol Palto’yu, Balzac İnsanlık Komedyası’nı, Poe o dehşetli öykülerini ben’i fark ederek yazdı.
16.
Kökleri Shakespeare’e uzanan ve ‘insan’ın benini odağa alan’ yazı dünyası, 19. Yüzyılın başında bütün eski uzun anlatı deneyimlerini de yanına alarak roman biçiminde ortaya çıktı. Demek ki roman henüz iki yüz yaşını ancak geçebilmiş, insanlık tarihi için olağanüstü derinliklerle dolu bir türdür.
17.
O halde sadede gelelim: “Yazmak nedir?” diye sorarlarsa ben “Olay örgüsü kurmaktır” diyorum. Bu amaçla bir hikâyeyi anlatmaya daima büyük bir çatışmayla başlamak gerektiğini öne sürüyorum.
Karakter mi yoksa kahraman mı yazdığını bilerek kurmalı hikâyeyi.
Yine de bilmeli ki, günümüzde kahraman yerine karakter öne çıkmış durumdadır.
18
Kahraman’ı yazmak karakterin olayların üstesinden gelemeyeceği duygusuna dayanmamalı. Eski dünyada değiliz artık, yazdıklarımızda her şeyi bilen ve çözen tanrı (Deus ex machina) yer almıyor.
19.
Olay örgüsü içinde konuyu ilgilendirmeyen yan bir olayın yer almaması önemlidir. O yüzden Çehov oyunda bir tabanca varsa mutlaka patlamalıdır sözünü söylemiştir. Bu durum modern yazarı deney odasındaki bilim insanına benzetir.
20
Bir de Aristo’nun söylediği dile getirilen “şüphenin askıya alınması” konusu var. Bunun anlamı şu: Yazar neyi anlatırsa anlatsın ister fantastik ister gerçeküstü, anlatım süresince okur şüphesini dile getirmez. Hikâye anlatıldığı sürece onun güzel anlatılıp anlatılmadığına bakar. Sorun gerçekçilik veya gerçek dışılıkla ilgili değildir, sorun yapıtın iç tutarlılığının olup olmamasıdır.
21
Olaylar daima çatışma ile açılır. Daima krizlerle yeni bir basamağa ulaşan anlatımın olay örgüsü anlaşılır, akılda tutulur ve sürprizli olursa okur metni sever. Umberto Eco’nun dediği gibi yeni çatışmalarla sürekli geciktirilen bir şeydir olay örgüsü. Yazılanların tepe noktasına ulaşması ile sonuçlanması birlikte gerçekleşir, çünkü tepe noktası merakın sönmesine yol açar, hikâyeyi bundan sonra devam ettirmenin bir gereği yoktur.