Gürsel Korat
Toplumsal yapının elemanlarından biri olarak kültürün ve kültürel alandaki iki kurumun işleyişini öncelikle şu kavramsal tanımlamalar üzerinden incelememiz gerektiğini düşünüyorum:
Medya, iletişim ortamıdır. Örgütsel bir amaca bağlıdır; kâr, propaganda, bildirişim ve yönetim gibi nesnel süreçlerde etkin olmak ister. Ayırıcı kavramı iletişimdir.
Kültür, toplumun teknoloji ve değerler birikimidir. İktisadi, estetik ve entelektüel üretim süreçlerinin bileşkesidir. Bireysel veya örgütsel amaçların üzerindedir. Toplumun sürekliliğine yönelik eyleyiştir. Ayırıcı kavramı, eş zamanlı ve artzamanlı farkındalıktır.
Edebiyat, yazı ve söz üzerinden insana dair estetik soyutlamadır. Örgütsel amaçlarla bağdaşmaz. Kar ve propaganda hedeflerine de, toplumun sürekliliğini sağlama hedefine göre de yön belirlemez. Ayırıcı kavramı imgesel, estetik farkındalıktır.
MEDYA VE YAZI
Medyanın her ne kadar “gazetecilik ilkeleri” gibi bazı ahlâki önermeleri varsa da, onun iktisadi planda bir iktidar-kâr öznesi oluşu, demokratikliğine yönelik kuşku nedenidir.
Konumuz nedeniyle kavramları sınırlayarak, medyada ortaya çıkan iki yönsemeye dikkat edebileceğimizi düşünüyorum:
1) Gazetelerin internet sayfalarında bir resmin üzerine “en çok tıklanan haber” yazarak en sıradan haberi en çok okunur hale getirmek ve bu habere reklâm bağlamak, bilgi yayma görevini yerine getirmek sayılabilir mi?
2) Medyanın görsel teknikler üzerinde yoğunlaşması, izleyici algısını söz ve kavram düzeninden, göz ve eylem düzenine kaydırmıştır dememiz mümkün müdür? Bu durumda medya okur-yazarlığı kavramı yerine medya bakar-izlerliği kavramı ortaya çıkmıştır diyebilir miyiz?
Bunlar hiçbir yanıt gerektirmeyecek kadar düşündürücü sorulardır.
KÜLTÜR VE YAZI
Kültürel yapı, toplumun ekonomik etkinlikleriyle, farklı sınıflarıyla, cemaatleriyle veya etnik topluluklarıyla sürekli olarak yeniden üretilir.
Bu yapı, medya ve iktidarı çabucak algılarken, edebiyatı seçerek biriktirir. Edebiyat, toplumun bütün kesimlerine bir haber veya bir üretim nesnesi kadar hızla erişemez.
Durum böyle olunca medya onu tıpkı en çok tıklanan haber gibi eriştirir! En çok satan kavramıyla en çok tıklanan kavramının aynı sürecin ürünü olduğu kuşkusuzdur.
Kültür aktörlerinin imgesel ve estetik farkındalık içinde olmadıkları gibi, kültürün artzamanlı eyleyişinin farkında olmadıkları da açıktır.
Medya, iletişim ortamıdır. Örgütsel bir amaca bağlıdır; kâr, propaganda, bildirişim ve yönetim gibi nesnel süreçlerde etkin olmak ister. Ayırıcı kavramı iletişimdir.
Kültür, toplumun teknoloji ve değerler birikimidir. İktisadi, estetik ve entelektüel üretim süreçlerinin bileşkesidir. Bireysel veya örgütsel amaçların üzerindedir. Toplumun sürekliliğine yönelik eyleyiştir. Ayırıcı kavramı, eş zamanlı ve artzamanlı farkındalıktır.
Edebiyat, yazı ve söz üzerinden insana dair estetik soyutlamadır. Örgütsel amaçlarla bağdaşmaz. Kar ve propaganda hedeflerine de, toplumun sürekliliğini sağlama hedefine göre de yön belirlemez. Ayırıcı kavramı imgesel, estetik farkındalıktır.
MEDYA VE YAZI
Medyanın her ne kadar “gazetecilik ilkeleri” gibi bazı ahlâki önermeleri varsa da, onun iktisadi planda bir iktidar-kâr öznesi oluşu, demokratikliğine yönelik kuşku nedenidir.
Konumuz nedeniyle kavramları sınırlayarak, medyada ortaya çıkan iki yönsemeye dikkat edebileceğimizi düşünüyorum:
1) Gazetelerin internet sayfalarında bir resmin üzerine “en çok tıklanan haber” yazarak en sıradan haberi en çok okunur hale getirmek ve bu habere reklâm bağlamak, bilgi yayma görevini yerine getirmek sayılabilir mi?
2) Medyanın görsel teknikler üzerinde yoğunlaşması, izleyici algısını söz ve kavram düzeninden, göz ve eylem düzenine kaydırmıştır dememiz mümkün müdür? Bu durumda medya okur-yazarlığı kavramı yerine medya bakar-izlerliği kavramı ortaya çıkmıştır diyebilir miyiz?
Bunlar hiçbir yanıt gerektirmeyecek kadar düşündürücü sorulardır.
KÜLTÜR VE YAZI
Kültürel yapı, toplumun ekonomik etkinlikleriyle, farklı sınıflarıyla, cemaatleriyle veya etnik topluluklarıyla sürekli olarak yeniden üretilir.
Bu yapı, medya ve iktidarı çabucak algılarken, edebiyatı seçerek biriktirir. Edebiyat, toplumun bütün kesimlerine bir haber veya bir üretim nesnesi kadar hızla erişemez.
Durum böyle olunca medya onu tıpkı en çok tıklanan haber gibi eriştirir! En çok satan kavramıyla en çok tıklanan kavramının aynı sürecin ürünü olduğu kuşkusuzdur.
Kültür aktörlerinin imgesel ve estetik farkındalık içinde olmadıkları gibi, kültürün artzamanlı eyleyişinin farkında olmadıkları da açıktır.
EDEBİYAT VE YAZI
Toplum, böylece bileşik kaplar yasasının etkisi altında düşünür. Amacı ne kâr etmek ne de örgütsel amaçların izinde yürümek olan edebiyat, entelektüel ürün olmanın ötesine geçerek iktisadi ürüne dönüşür.
En çok tıklanan haber gibi en çok satan kitaplar da tartışmaya katılır. Yazar çok okunmasını bir pazarlama başarısından çok entelektüel başarı gibi görür.
Şüphesiz her çok satan edebi ürün başarısız değildir, fakat büyük çoğunlukla çok satan edebiyat ürünleri iktisadi veya ideolojik manipülasyonun gölgesinde görünür hale gelmiştir.
Burada kültürün tarihselliği ıskalanmış görünmekte, edebiyatın birikimi dikkate alınmamaktadır.
MEDYA-KÜLTÜR VE EDEBİYAT ETKİLEŞİMİ
Edebiyat, kanımca medyanın işleyişinin farkına varan bir gösteri ve eğlence dünyası paradigmasına hapsoldu. Yazılan şeyden çok yazarın öne çıkarıldığı süreçler buna işaret ediyor.
Ayrıca yeni okur tipi, televizyonun ve özellikle reklâmın görsel etkisinden ötürü, yazıdaki kişi, mekân ve sahne tasarımını gereksiz bulan, “tasvirden hoşlanmayan” ama bir çırpıda tanımayı sağlayacak bir söz düzeni bekleyen okurdur. Dikkatle üşünülürse bu, reklâmın ve propagandanın edebiyata müdahalesidir. Daha da ilginci reklâmcıların çoğunun edebiyat- sanat ürünü veren kişiler de olabilmesidir.
Yani edebiyat eski paradigmalardan çıkması ve yeni bir beden dili bulması konusunda baskı yaratan medya ve okur karşısında, az tıklanan, az okunan kategorisine çekiliyor.
Devlet özellikle değerler kültürü söz konusu olduğunda bunu gelenekten öte bir şey olarak anlamıyor. Durum böyle olunca tek tip insan, tek tip düşünce ve kişiye tapma gibi eğilimlerin toplumun siyasal kültüründen, örgütsel kültürüne varıncaya kadar her alanda varlık bulabildiği görülüyor. Bir bakıma ezber kültürü, yaratıcılığa itiraz eden bir otoriteryenlik ve devlet tapınmacılığı, yaratıcılığı reddediyor. Bu red, çoğunlukla ihanet, cemaatin değerlerine saygısızlık gibi ahlaki kavramlara ihtiyaç duyuyor, bilgi kavramlarına dudak büküyor. Yani aslında ne toplum, ne devlet, ne medya ne de kültür süreçlerinin aktörleri kültürün eş zamanlı ve art zamanlı farkındalığını önemsiyor.
Edebiyat bir “temsil” biçimi olarak da rol oynuyor. Yani yazarının siyasal ve kültürel temsilini sağlıyor, okuruna da kültürlü olmak, medyayı izlemek gibi payeler dağıtıyor.
Bu aslında bir edebiyat-kültür ve medya parodisidir.
Gönül, medyanın edebi hakikati kanon veya propaganda sınırları dışında ele alabileceği demokratik bir açılım bekliyor.
Kültürü yalnızca paradigmatik “şimdi”ye göre değil, artzamanlı bir “akışa” göre ele alacak toplumsal dinamikler arzu edilir.
Sözün, göz ve beden düzeyinde bir görselliği tanımladığı edebi arzunun yerini, sözün kültürün geçmişiyle ve şimdisiyle hemhal olarak yeni formlar deneyeceği, medyanın bunu gerçek değerinde algılayabileceği bir toplum özlemek, herhalde edebiyatçıların olduğu kadar, herkesin de hakkıdır.
9 Aralık 2009'da Bilkent Üniversitesi
"Medya-Kültür-Edebiyat Sempozyumu"ndaki konuşmadır.