GÜDÜMLÜ EDEBİYATIN YENİ ÖZELLİKLERİ



Güdümlü edebiyat yalnızca “siyasal bağlanma”yla tanımlanmamalıdır. “Pazarlama”, “söz iktidarı” gibi kavramlar da bağlanmayı açıklar. Üstelik çağımız bilinçdışı ile iktidar ilişkisinin kurulduğu bir çağdır.
Ülkemizde yirmi birinci yüzyıl, romanın, kullanım değeri düşük, değişim değeri öne çıkmış bir mala dönüşmesiyle başladı: Roman “raf ömrü” hesaplanan bir nesne oldu. Onun raftaki ömrünü belirleyen de büyük kitap marketlerinin “şu mallar daha iyi gidiyor” diyerek hazırladığı sipariş formundaki taleplerdi. Çünkü marketler tüketici davranışını hesap ederek “mal” satmaktaydılar.
Bu “piyasa güdümlülüğü”ne koşut olarak yeni söz iktidarı da doğdu. Bu iktidar edebi dilin yatağını kendi beğenisine göre değiştirmeye başladı ve “iyi metin” olarak da nereden bakılırsa başka türlü kavranacak, öyküsü karışık, romana özgü metinsel merkezi bulunmayan, hikayesinden çok çağrışımı önemsenen “anlatı”ları işaret etti. Böylece edebi eylemin ürün ve praksis odaklı tarihselliğine karşı çıkılmış; okur (tüketici) odaklı bir duruş seçilmiş oldu. Yeni paradigma, edebiyatın bütün geçmiş referanslarının dışına çıktı: Romanın genel olarak ne anlattığı (öyküsü), metnin anlamı ve duyuların bütünlüğü reddedildi. Geriye yalnızca algılayıcıya (okura) bırakılan, adına “metnin hakikati” denen fakat edebi etkiyi tek başına açıklamayan belirsizlik kaldı.
Güdümlü yazarlığın “piyasanın isteklerine göre yazmak, siyasaya boyun eğmek veya sanatsal olmayan tekniklerle yazmak” biçiminde tanımlanması gerekir. Yazar bunları reddederken hem yalnızdır hem de bu onurlu yalnızlığı seçmek zorundadır.
Yazar insanlık durumunu kendi varlığında sınamıştır ve bu sınama her insanın tanıdığı ama farkına varmadığı, görür görmez de “evet ben bunları düşünürüm, yaparım, böyleyim” dediği hallerin sezilmesiyle mümkün olmuştur. Yazar bağlı olduğu siyasi-ideolojik konuma da, onun insanına da, başka insanlara baktığı kadar dışarıdan bakar. O yüzden siyasa ve piyasa karşısında tekildir. Yazar, duyular, sezgiler ve estetik buluşlar bakımından herkesi ilgilendiren bir algılama kavşağında durur, “bunu ben de düşünürüm” diyerek herkesin altına imza atacağı, çoğul ve genel bir bakışla eyler.
Elbette özgürlük tek başına yazarlığın garantisi değildir. Fakat bu hal, yazarlığın güdümleyici odaklara karşı özgürlük başkaldırısıyla başladığı gerçeğini değiştirmez: Yazar edebiyatın özerkliğini kavradıkça yazar olur.

0 yorum: