Benim Hürmüz'üm En Radikali


Yedi Kocalı Hürmüz bir kere daha sinemada. Ezel Akay’ın yönetmenliğini yaptığı filmde Nurgül Yeşilçay, Gülse Birsel, Haluk Bilginer, Sarp Apak, Memet Ali Alabora ve Müjdat Gezen rol alıyor. Senaryoyu yazan Gürsel Korat “Kadın seçmezse bir şey olmaz” diyor ve ekliyor “Benim versiyonumun en radikal yorum olduğunu söyleyebilirim”

Ezel Akay’ın yeni filmi Yedi Kocalı Hürmüz’ün senaryosunu yazar Gürsel Korat’la konuştuk.

Ayşe Düzkan


• Projeye nasıl dahil oldunuz?
Yıllardır Ezel Akay’la birlikte çeşitli film senaryoları tasarlıyor, bir kenara koyuyoruz. Hürmüz’ü Nurgül Yeşilçay önermiş, oturup filmi seyrettik. Müzikalini izledim, Sadık Şendil’in oyununu okudum. Doğrusu burada birden çok erkeği parmağında döndürmek dışında radikalliği bulunmayan bir yapı görmekteydim. Hürmüz kurnazdı, salt kendi çıkarı için uğraştığından kötü bir kadın bile denebilirdi ona. Kadının salt güzel olduğu, erkekler o kadınla halvet olmak istediği için durumun kurtarıldığı bir film senaryosu yazmak istemedim. Kadın ve erkek argosunu kesin hatlarıyla ayırdım. Kadınları güçlendirdim, bunu kadınların hayatta kalmak güdüsüyle yaptıklarını gösterdim. Kadınların da erkekler gibi seçtiğini, aşkın var olabilmesi için yalnızca erkeklerin seçiminin değil, kadınların seçiminin de altını çizmek istedim. Hep kovalanan Hürmüz de bir şey kovalamazsa ortada olay kalmayacağını gösterdim. Hürmüz’ün bu versiyonunun, yani benim yazdığımın en radikal yorum olduğunu bu nedenle rahatlıkla söyleyebilirim.




Oyuncular içinize sindi mi?
Bazıları düşündüğümün üstünde, çok güçlü yorumlar ortaya koydu. Hiçbiri senaryonun gereğinin altına düşmedi. Bunu sette adım adım gidişatı izlediğim için biliyorum. Fakat yeri gelmişken söylemem lazım, Nurgül Yeşilçay eşsiz bir oyuncu. Gerçek bir yıldız.
• Siz kendinizi hangi kocaya yakın hissediyorsunuz ayıp olur mu?
Ayıp olmaz. Senaryoda kocalar zaten biçimlenmiş; kekeme berber, doktor, hallaç, kaptan, bekçi, redif çavuşu. Bunlardan hiçbiriyle zaten özdeşlemem. Ben Sadık Şendil’de olmayan, buraya bir yabancılaştırıcı unsur olarak koyduğum derviş-deli karışımı Kuşçu Cebrail’i, yani tümüyle bana ait olan o karakteri kendime yakın bulurum. Haluk Bilginer de hakkını verdi doğrusu.

• Kadın kahramanlarınızın özgür ruhlu olduğunu söylüyorsunuz. Hürmüz ne ifade eder sizin için?
Sanatsal eylemde kadınlar konusundaki seçimimi nasıl yaptım? Bir tercih olarak kadınlarımın özgür ruhlu olmasına dikkat ettim. Bunu dert edindim. Davranışlarıyla erkeği zor duruma düşüren, aklıyla erkekten önce davranan bir kadın. Bu bilinen kadın tanımına uymaz çünkü. Bu durumda verili erkek ideolojisi kepaze olur. Birçok roman kahramanım gibi Hürmüz benim için bunu ifade eder. Benim romanlarımdaki kadın derviş Gülbeyaz veya ümitsiz aşka tutulup yanan cariye Perizad işte böyle kadınlardır.

• Bu yıl Notre Dame de Sion ödülünü aldınız.
Dame de Sion kimsenin aklında kalmış mıdır bilinmez, Reşat Nuri’nin en bilinen romanı Çalıkuşu’nun kahramanı Feride’nin okuludur. Feride buradan çıkıp Anadolu’ya gider. Hiç de değmeyecek bir adama, Kamuran’a gönül vermesi zoruma gitse de bu roman bize bir dönemdeki toplumsal halimizin resmini verdiği için önemlidir. Dame de Sion bir roman ödülü koymuş, benim haberim yoktu, kendileri romanları incelemişler, dokuz seçici kadın, hepsi de Türkiye’nin entelektüel hayatında yeri olan zeki ve etkili kadınlar, bana roman ödülü vermişler. Bir erkek yazar üzerinde dokuz kadın müttefik; benim için Dame de Sion budur.
• Doğup büyüdüğünüz Kapadokya edebiyatınızın da önemli bir teması. Bunu anlatır mısınız?
Kapadokya benim için özenle, popüler kültüre mal etmeden, yüksek edebiyat ve yüksek kültür imgesi olarak işlenebilecek bir imge alanıdır, bir düşler bahçesidir. Ben bütün fikir dünyamı Kayseri’de kurdum, Ankara’da yeşerttim, Kapadokya’da ürüne dönüştürdüm. Kapadokya’ya ve Kayseri’ye bir saplantı, bir nostalji olarak bağlı değilim. ‘Hemşericilik’ten de asla hazzetmem. Ben sadece bir bölgenin yazara verebileceğinin farkında olan ve bölgesinden aldığını tüm insanlığa aktaran bir aracı olarak davranmaktayım.
• Son yayımlanan kitabınız sokaklar üzerine.
1997’de ‘sokaklar ölüyor, sokağı olmayan ülkelerin özgürlüğü yoktur, en küçük kent birimi sokaktır, ama bu yok oluyor. Bir cadde, site ve bulvar uygarlığı oluyoruz’ diye adeta yırtındığımda dönüp bakan olmadı, Kayseri’de eski ev ve mahalle kalmadı. Tarihi yapıları korumayarak geçmişimizi ve insanlığımızı öldürdüğümüz doğrudur. Geçmişini öldüren toplumların insanlık ailesinde yeri nedir, onu ben söylemeyeyim. Sokakların Ölümü yeni baskısını yaptı on iki yıl sonra; bu da iyidir fakat kitapta yıkılmak üzere olan köyler ve kasabalardan söz ediliyor, bakalım ne olacak. Kayseri’deki gibi hüsrana mı uğrayacağız?
• Kayseri’de doğup büyümüşsünüz, Ankara’da yaşıyorsunuz. Büyük şehirle taşra arasında gündelik hayat açısından nasıl farklar gözlemlediniz?
Bence Türkiye kocaman bir taşra. Balkonundan halı silkelenmeyen, kaldırıma park edilmeyen, yere tükürülmeyen, insanların birbirine siz dediği, teşekkür ettiği bir şehri yok Türkiye’nin. Büyük şehir her türlü kentsel erozyona rağmen, insanları biçimsel davranışlarda eğiten bir şehirdir; sıraya girmeyi öğretir, başkasını rahatsız edebileceğinin farkına vardırır. Bir kentsel düzen vardır, binalar girintili çıkıntılı değildir, yasaya rağmen yıkılmayan binalar olmaz. Şehirlerimizde uygarlık ölçülerinin pek çoğu yok, birileri, özellikle para pul sahipleri biz bize benzeriz diyor ama hiç kimseye benzemez işler yaparak hepimizi bir güzel ‘benzetiyor’lar.


10 Ekim 2009 Star Gazetesi