İnsan Cinsleri Arasında Aşk ve Otorite


Louvre, Paris



Halim Şafak 

İnsan cinsleri arasındaki aşk ne zaman hemcinsine yönelmişse tartışma ama ondan çok reddetme ve cezalandırma konusu olmuştur. Dinler de, devletler de insanın hemcinsine dönük aşkı karşısında tercihini bu reddetmeden yana yapmıştır. Tarih de onu eksen alan edebiyat da büyük ölçüde böyle yazılmıştır.
Reddetme dediğim şey gerçeklik kazanan karşısında çok hafif de kalabilir. Devletin yani otoritenin (otorite aynı zamanda son derece sınıfsaldır)  tarihine baktığımızda bulduğumuz tek şey bu reddetme ve onun insan cinslerine dönük çoğunlukla öldürmeyle, ölmeyle nihayetlenen ağır sonuçlarıdır. Bu yüzden ister tarih içinde ister bugün de isterse gelecekte ele alınmış olun aşk izleği aynı zamanda otorite tartışmasıdır. Bu yüzden de aşk bireyin otoriteye karşı daha çok arzularının belirlediği ve daha çok yenilgiyle biten politik direnişidir.
Yaşadığımız dünyanın her zaman otoritenin dünyası olduğunu ve kan bağının da bu otoritenin parçası olduğunu biliyoruz. Nerdeyse insan cinsleri arasındaki cinsel olsun olmasın aşkların temellendirdiği bir romanın sonunda otoritenin bir kez daha kazanmasıyla başka bir deyişle ölme ve öldürmeyle sonuçlanması bir ucuyla geçmiş kadar bugünü tartışma anlamına gelmeye sonuna kadar açık duruyor. Gürsel Korat’ın yeni romanı “Yine Doğdu Tanyıldızı”ndan söz ediyorum.(YKY,2014)
Dünya tarih içinde dinin ve onun belirlediği otoritenin aileyi kendi araçları içinde saymasına rağmen insan cinsleri arasında (ailenin içinde/dışında) her türlü aşkın yaşandığı yerdir. Bu noktada dünya ya da doğanın cinsiyetsizliği (belki de doğa eşcinseldir demeliyiz) insan dâhil bütün canlılar için fazlasıyla cömerttir.
Ama aşk her zaman özgürlükle yaşanan bir şey olmadığı gibi özgürlük de olmamıştır. Özellikle otoriter dünyada tamamıyla gizlilikle yaşanmıştır. Başka bir deyişle aşk özgürlükle yaşan(a)mamıştır. Aşkın hemcinsine yönelsin yönelmesin çoğu zaman tek yanlı bir ilişki olarak kalması ya da anlanması dünyayı belirleyen erilliğin/otoritenin temel tavrı olmuştur. Doğasal olanın yerine otorite geçmiştir.
Dünya en azından bizim yaşadığımız yüz yılda hep cinsiyetçi olmuştur. Gürsel Korat’ın 1300’lerde Niğde’de geçen “Yine Doğdu Tanyıldızı” adlı romanı bu cinsiyetçi dünyayı reddeden bir tarih oluşturmasıyla bu konuda tartışılacak bir kitap olarak duruyor. Romanın insan cinslerinin çaresizliğini ve umutsuzluğunu sinemasal öğelerle anlatması görsel olanı öne çıkartırken bir yandan da destansı bir yapıyla anlattığını insanın trajedisi haline getiriyor.
Yine Doğdu Tanyıldızı ele aldığı konu açısından değerlendirildiğinde tarih daha çok arka planda kalabilir. Hatta tarihin hayat karşısında fon olduğunu önce otoriteyi sonra aşkı söz konusu etmenin alanı olduğunu düşünüyorum. Bu dediğimi sağlayansa Gürsel Korat’ın ele aldığı insan cinsleri arasındaki özellikle de insanın hemcinsine yönelik aşktır.
Eğer Gürsel Korat’ın romanını tarih kabul edersek otorite tartışması bir yana bugün o tarihin ne kadar gerisine düştüğümüzü yazabiliriz. Yine Doğdu Tanyıldızı bu anlamda yazının ya da romanın diyelim cinsiyetçi tavrına karşı tüm insan cinslerinin her anlamda özgürlüğünü savunmasıyla ve bunu da otoritenin içinde ve yine otoriteye karşı mücadeleye dönüştürmesiyle tarih tartışmasına ve oradan bugüne gelen başka tartışmalara farklı ve önemli bir boyut getiriyor.
Anlatıcının anlattığı ve yazıcının yazdığı bu destan kimi yerde kişilerinin anlatıcının yerine geçmesiyle sözel olanı öne çıkarmış da oluyor. Destanın yazıdan çok sözel bir şey olduğunu kabul edersek bunu da anlayabiliriz. Geçmiş bu noktada yazıdan çok sözel olanla ilgilidir yani anlatılandır. Gürsel Korat’ın anlatıcı/lar ve yazıcı üstünden kurduğu yapı sözel olanı güçlendirdiği gibi insan zihninde istediği görüntünün oluşmasına da izin vermektedir. Başka bir deyişle Yine Doğdu Tanyıldızı otorite dâhil hayal edebileceğimiz ya da hayalleyebileceğimiz bir dünyanın ve çaresizliğinin ölümle biten romanıdır.
Şeyh Nizamüddin Dara’nın başta Mihri’ye sonra Zembilli İshak’a duyduğu Gürsel Korat’ın erseverlik olarak açıkladığı eşcinsel aşktır. Bu arada Şeyh’in üç kadınla evli olduğunu da hatırımızda tutmalıyız. Zembilli İshak bütün erkekleri etkilemiş, kendine aşık etmiş bunu da istediği şeyler için kullanmıştır ama sonunda o da Fazıla’ya aşık olmuştur. Ne var ki Fazıla Şeyhin oğlu Nureddin’e aşıktır. Zembilli İshak’ın Fazıla’ya duyduğu aşk tek yanlı da olsa her şeyin sonunu getirmiştir. Mihri’nin Zembilli İshak için hazırladığı zehri bilmeden Fazıla içmiş bunu gören Nureddin Zembilli İshak’ı otorite de Nurettin’i öldürmüştür.
Şeyhin evlatlık aldığı Fazıla’nın oğlu Nureddin’le aşkı karşısında çaresizliğinin Fazıla’ya aşık olan kendi aşığı Zembilli İshak’la evlenmeye zorlaması burada aşkın imkansızlığını gösterir. İmkansızlıkla birlikte kötücül olan çoktan insan zihnini ele geçirmiştir. Şeyhin köle olarak aldığı Fazıla’ya dönük baştaki ilgisini hatırlarsak oğlu Nureddin’in aşkı karşısında onu evlatlık olarak almasını anlayabiliriz. Kuşkusuz burada Fazıla’nın evlatlık olması ensest tartışmasını ortadan kaldırmıyor. Tersine aşk ilgisinin sınırsızlığını somutlaştırmayı sağlıyor.
Bu basit özetleme romanda her bir şeyin çok çabuk gelişip ve sonuçlandığını söylememizi de kolaylaştırıyor. Otoritenin, dinin bağlı olarak Melamiliğin ve Kalenderiliğin belirlediği bir dünyada yaşanan ve büyük ölçüde cinselleşebilen eşcinsel aşkların varlığını kuşkusuz dönemden çok Gürsel Korat’ın cinsiyetçiliği baştan reddeden özgürlük anlayışıyla açıklayabiliriz.
Bu noktada Yine Doğdu Tanyıldızı tekrarla bir otorite tartışmasıdır. En azından otoritenin hem aşkı hem de farklı cinsellikleri yaşama ve bunun sonuçları hakkında bir tartışma açmaktadır. Çünkü aşk otoritelerin çarpıştığı bir dünyada yaşanmaktadır. Bu da aşkın tek yanlı kalması ya da şiddetle son bulması için yeterlidir.
Tarihin romanda baştaki haliyle yer aldığını ya da yer almasını öngörenlerden biri değilim. Tarih romanın kurgusunun temel parçalarından biridir ve izleksel tartışmanın yapıldığı alandır. Bu yüzden roman bir tarih tartışması değildir. Gürsel Korat yazdıklarının tarihle ilgisi ne kadar ve ne düzeyde olursa olsun cinsiyetçilin dışında bir dünya tahayyül etmiş ve romanını bu temelde yazmıştır.
Otoritenin ve kan bağının ikisini tamamlayan cinsiyetçiliğin yaydığı şiddete rağmen Yine Doğdu Tanyıldızı nasıl sonuçlanmış olursa olsun Gürsel Korat’ın insanı etkileyen bir hayali hayat haline getirip yazıya döktüğünü roman haline getirdiğini söylemeliyim. Şiddetle sonuçlanan romanın yaptığı aşk ve otorite tartışması bu anlamda cinsiyetçiliğin dışında bir dünyanın mümkünlüğünü göstermesi açısından önemlidir.
Tarih özellikle dünya tarihi büyük ölçüde bunun olabilirliğinin örnekleri ile doludur. Kuşkusuz otorite yani devlet özellikle eşcinselliğin ve aşklarının nasıl yaşanabileceğini/yaşanmayacağını belirlemiş ve dayatmış olsa da hatta bunu eşcinselliğe dönük ağır bir baskı aracına dönüştürmüşse de söz konusu aşkın yaşanmasına bir şey yapamamıştır.
Bu dediğimin ilkel olanı çağrıştıran bir erotizmi bünyesinde bulundurması ise meram edilenin anlanmasını daha da kolaylaştırıyor. Erotizm yer yer aşkı cinsel aşka doğru götürse de erotizmdeki rahatsız etmeyen sertlik dönemin cinselliğini aktarması açısından iyi de olmuş.  Belki de bin üç yüzlerde aşk temelli olsun olmasın cinselliğin böyle yaşanmasının ya da böyle olmasının mümkün olduğunu yazmalıyım. Dildeki sertlik- belki de şiddet demeliydim- en çok da bunun böyle olmasının mümkün olduğunu düşündürtüyor.
Yine Doğdu Tanyıldızı cinsiyetçiliği reddeden bir roman olması ondan önce de bunu otorite/iktidar tartışmasına ve karşılığına dönüştürmesinden dolayı özellikle okunmalı diye de bitiriyorum. 

KaosGL 10 Aralık 2014