J.B Waterhouse, Naiad
Masal
kalıpları kullanılarak yazılan romana “mito-roman”
diyorum. Bu roman biçimi, kahramanın bir arayış yolculuğuna çıkması ve çeşitli
badireler atlattıktan sonra geri dönmesi üzerine kurulmuştur. Hem Vladimir
Propp’un “Masalların Biçimbilimi”nde değindiği temel özelliklere uyar, hem de
bilinen en eski macera örneklerinden biri olan Odyseus’un yolculuğuna.
Mito-Roman’ın
dili, hem dinden, hem söylenceden hem de erkek düşüncesinden emanet alınmıştır.
Anlatılan kadın veya erkek olsun, bu hiç fark etmez, olay erildir. Ayrıca anlatılan
kişilerin doğal olmayan varlıklar olması, mito-romanın dinsel dilden emanet
kavramlar içerdiğini de açıkça gösterir.
Bunun
seküler zihin yapısıyla savaş halinde olanların dilinden konuşmak olduğuna
şüphem yok. Mito-roman yeni ve muhalif bir söz düzeni kurmak isteyenler için
çıkmaz sokaktır. Yenilik peşinde yürüyen sanatçı bu nedenle öncelikle “sanatsal
muhaliflik”le “politik muhaliflik” üzerinde düşünmelidir. Ancak bunu
ayırabilenler dilsel yapıları bozar, hiçbir emanet dil kullanmaz ve sanatını
var eder.
Mito-roman
sanatsal muhaliflik, dolayısıyla biçim yeniliği içermez. Olsa olsa parlak sözler,
imgeler ve imalar taşır. Kapalı sözlere ve çağrışımsal anlam düzenine dayanan
bu roman biçiminde, kadın karakter yoktur yahut azdır, karakter derinliği ve
olay örgüsü yoktur.
MASALSI ANLATININ YAPISI
Çağımızda nedensellik, şiirle romanı birbirine
karıştıran veya masalsı dille konuşan, bölümleri arasındaki ilişkiler açık bir
biçimde kavranamayan epizodik yapıya itiraz etmeyi gerektirir. Çünkü modern çağda
sanatta nedensellik resim sanatındaki perspektifle başlar. Kesin olarak
ikonaların ve minyatürlerin orantısızlığına, onların çağrışımsallığına
itirazdır. Modern anlatıda söz dinsel ve doğaötesi dünyadan gelmez. “Tanrı
merkez” gitmiş, yerine “insan merkez” gelmiştir. Modern romanda tanrı ile insan
yer değiştirmiştir. Rüyalar, karabasanlar ve çağrışımlar asla doğaötesi şeyler
olmadığı gibi, modern anlatı tarafından keşfedilmiştir ve bir nedensellik
ilişkisi içinde kavranabileceğini psikoanalizden önce söyleyen de olmamıştır.
Oysa mito-romanın anlatımı doğasal
algıdan çok, doğaüstü bir kavrayışa dayandığından, sözdizimi insanı kavrayan
bir yerden gelmez. Nedensel diziliş bilgisi de yoktur. Mito-romanı köhne haline
getiren şey de budur. Oysa özellikle yirminci yüzyıldan sonra ortaya çıkan
nedensellik, nesnellik, çoğul düşünce ve görecelik gibi yeni biliş biçimleri,
yazarları yeni bir tutuma zorlar: Bu da -doğaüstü de dahil- her şeyi insanı
kavrayan bir yerden kurmaktır. Mito-romanda yapılan şey başkadır, o çoğunlukla
eski dili yeni dil içine atıp karıştırmakla yetinir; bu, eril dili eril dile
aşılamak, irrasyoneli rasyonele zincirlemek gibi ahlâkdışı yollar seçerek,
sanatı araçsallaştırmaktır.
Platoncu
Yazı olarak adlandırdığım şeyi burada anımsatmalıyım: Bu yazı
yolu, ABCD biçiminde ilerleyen olayların birbiri ardına dizilmesinden başka bir
şey değildir. Oysa İbsen çığırıyla ortaya çıkan dramatik anlayış, A’yı öncesiz
bir başlangıç olarak görmez. A, geçmişte yaşananların düğümlendiği bir yerdir. Örneğin
Sofokles’in yazdığı Kral Oedipus veba
salgınıyla başlar ama mitolojide asıl olaylar, Oedipus’un kral olmasından çok
önce, henüz bebekken başlamıştır: Oedipus’un babası Laios bir gün oğlu tarafından
öldürüleceği kehanetini öğrenir ve tüm erkek çocukların öldürülmesi emrini
verir. Çocuk Oedipus bir çoban tarafından korunur ve Korinthos’a götürülür.
Korinthos kralıyla kraliçesini anne baba sanan delikanlı, bir gün babasını
öldüreceği kehanetini öğrenir ve oradan kaçıp Thebai’ye gelir. İşte orada içinde
babasının da bulunduğu birileriyle kavga eder ve bu kavga sırasında Laios’u
öldürür. Babasını öldürüp annesiyle evlenen Oedipus, şehre vebanın gelmesine
neden olur. Çünkü veba tanrının bir lanetidir.
İşte, Sofokles bütün önceki olayları
(ABC’yi diyelim) atlamış veba salgınını (D’yi) başlangıç noktası seçerek, başlangıcı geçmişte
yaşanan olayların düğümü haline getirmiştir. Böylece ABC sırasıyla ilerleyen düz
çizgi kırılmıştır. Böyle yazıldığı içindir ki, başlangıç noktası hem o anla,
hem geçmişle hem de sonrayla ilişkilenmiştir. Bu yazım biçimi Balzac, İbsen ve
Poe ile birlikte yücelmiş, gerçek derinliğine de modern romanda kavuşmuştur.
MODERN ANLATICI NEYİ DEĞİŞTİRDİ?
Modern çağın başlangıcıyla birlikte,
benim Platoncu anlatım yolu olarak
işaretlediğim tarz kesin olarak roman anlatımının dışına düşmüştür.
Şüphesiz nedensellik de değişim
geçirmiştir. Aydınlanma sonrasında gelişen doğacı
nedensellik esnemiş, zamanla çağrışımsal
nedensellik de ortaya çıkmıştır. Bu bakış, nesnelere bakışıyla kendini
belli eder: Proust nesnelere dikkat
yoluyla bilinçaltına ulaşmıştır. Onun kişiler, duygular ve çağrışım
üçgeninde dolaşan zihnindeki dünya
bilgisinin nedeni, nesneleri metne katmayı unutmayan yazma tavrında saklıdır.
Bu nedenle kolayca iddia edebilirim ki dünya bilgisi eksik metinler, nesnelerin rüya diliyle kavranması yüzünden yazılır. Romanda belli bir süredir nesneler duyguyu, duyuları ve anıları değil, imgelemi işaret ettiği için, yaşamayan ama konuşan bazı kişi taslaklarının hikayeleriyle yüz yüzeyiz. Bunun Proust yoluyla ilişkisi olduğunu sanmak boşunadır, çünkü Proust her nesnenin duyu bilgisine sahiptir ve karakterlerin derin bir analiz sürecinin parçasıdır. Nesneler ve kişiler, canlı, çağrışımsal ve hatta yer yer dalgın bir söz düzeni içinde varlık kazanmışlardır. Oysa “şiirleşmiş roman dili”yle konuşan “yeni yol”da duyular dikkat alanının dışındadır. İklimimiz işte budur: Şiiri ve romanı aynı kategoride gören aymazlığın iktidar çağını yaşıyoruz. Bunun bir dil iktidarına dönüştüğü de söylenebilir. Bu dil ilginç biçimde büyük bir yaratının göstergesiymiş gibi kabullenilmiştir. Anlaşılmaz ve gizemli metinlere duyulan hayranlık hayret uyandıracak kadar yaygındır.
MESNEVİ ROMANA ÖRNEK GÖSTERİLEMEZ
Masal anlatımıyla veya destanla roman
dilini birleştiren yazarların, bütünlüklü öyküden uzaklaştıkları bu epizodik yöneliş,
romanın roman geleneğinden beslenmediği anlamına gelir. Roman, geleneği yıkmak
ve yerine ondan beslense bile farklı bir şey yapmak için geçmişin bilgisine
ihtiyaç duyan bir türdür. Mito-roman doğa üstü, mitolojik ve şiirsel bir yerden
beslendiği içindir ki, roman geleneğinden gelmeyen bir anlatı yolu
sayılmalıdır.
Masal diline yerleşen yazar, öyküleri
arasında nedensel bağ kurmaksızın ilerler. Tam da mesnevilerde olduğu gibi. Mito-roman
yazarı da olaylar arasındaki bağı tıpkı mesnevilerde olduğu gibi okurun
imgelemine bırakır ve aynı atmosfere yaslanmış olur. Mito-roman bu yönüyle efsaneyi
ve şiiri romana geri çağırmaktadır. Oysa roman sanatı bunlardan kurtularak yeni
bir form yaratalı en az iki yüz yıl oldu. Bu bir yenilik değil, eski bir formu
getirip ortaya koymaktır, hiçbir radikalizmi, yeniliği ve devrimci tarafı
yoktur. Mito-roman yazarı politik bakımdan süper devrimci olsa bile estetik
ölçütler içinde gericidir. Üstelik mesneviyi roman sanatının alternatifi gibi
gösteren resmî ideolojinin ruh havuzunda dolaştığı için, bilgi ölçütleri
bakımından da yenilikçi sayılmaz.
Masal diliyle yazılan romanlarda, geçmişten hareket ederek yeni bir senteze
varıldığı da öne sürülebilir. Oysa nedensizlik
konumunda duran bu masallara roman adını verilemez. Üstelik adlarında bile dua,
gizem veya iksir bulunan bu romanların dindarca bir imgelem kurdukları tartışmasızdır.
Ne var ki, bu romanları yazanların pek çoğu dindar da değildir.
Bu noktada tartışılması gereken şey,
eski masal formunun günümüz roman formu içinde ne aradığıdır! Günümüzde
cinsiyetçi olmayan, doğaüstü güçlerden söz etmeyen ve şiddet içermeyen sayısız
çocuk öyküsü yazılmışken, yetişkin romanına lök gibi çöken bu “eski masalcı”
tavrındaki ısrar niyedir?
İnsanı anlatan metinler her dönemi
işaret ederek yazılabilir; sorun, doğadışı
güçlere nasıl yaklaşıldığında gizlidir. Onlar “imgelemdir” diyerek
cicileştirilemez. Bir romanın bütünüyle bu doğadışı güçler, hayaller ve
masallar bileşkesinde yazılması, teknik ve ideolojik açıdan yenilik sayılabilir
mi?
Bu tür romanları fazlasıyla önemseyenlere
Vladimir Propp’un Masalın Biçimbilimi’ni
anımsatırım. Bilindiği gibi, Propp orada kahramanın yolculuğunu öylesine
derinden ortaklıklar bularak sınıflamıştır ki, çağımız yazarının bu masal
diliyle yazmasının hiçbir özgünlüğü olmadığını başka hiçbir şey bu açıklıkta
gösteremez. [1]
İmgesel, masalsı ve öyküsel bütünlük
taşımayan romancılığa mesafeli olduğum öteden beri bilinir, nedeni de kısaca
şudur: İmgelemle yaratılan şey şiirdir, dolayısıyla romanı imge yolundan
kuranlardan uzağım. Bunu yazarlıkla ilgili kalıcı bir yenilik olarak görmeyi de
yanlış bulurum.
Masalsı yazı
yolunun en büyük sıkıntısı, masal-mitos dilinde saklı duran imgelemin
fazlasıyla dinsel retoriğe kaymasıdır. Benim gibi mitosunu kendi kurup bütün
“ulu şeyleri” insanlaştıran bir dille yazanlar için külliyen reddedilecek olan
bu motif, eleştirimin en can alıcı noktasıdır. Masal-mitos diliyle yazılan roman
imgeselliği, dinsel söz düzenini ve arkaik hegemonya dilini yeniden üretir.
İbadetle alışverişi olmayan yazarı mümin gibi konuşturan bu dil düzeni, fazlasıyla
köhnedir ve eskidir.
[1] Propp’un masallarda
saptadığı protopi kısaca özetleyeyim: Aileden biri uzaklaşır/ Kahraman yasakla
karşılaşır/ Yasak çiğnenir/ Saldırgan bilgi edinmeye çalışır/ Saldırgan kurbanıyla
ilgili bilgi toplar/ Saldırgan kurbanı ya da serveti ele geçirmek için onu
aldatmayı dener/ Kurban aldanır/ Saldırgan, aileden birine zarar verir/
Kahraman evinden ayrılır/ Kahraman büyülü bir nesneyi ya da yardımcıyı
edinmesini sağlayan bir sınama, bir sorgulama, bir saldırı, vb. ile
karşılaşır./ Büyülü nesne kahramana verilir. (vs vs) İlgilenenlere: Vladimir
Propp Masalın Biçimbilimi Çev.Mehmet
Rifat-Sema Rifat, İstanbul:B/F/S yayınları,1985