[Gürsel Korat]
•Edebiyat metnine dayalı senaryo yazımında kaynak metne sadakatin ölçüsü nedir? Senaryo yazarı kaynak metne ne kadar müdahale edebilir, değiştirebilir? Senaryolaştırma süreci nasıl gerçekleşir?
Edebi metne tam sadakat mümkün değildir. Çünkü edebi metin sözel, kavramsal yapıyla ilerleyen bir estetik bütünlüktür. Oysa senaryo, sözün harekete indirgenmesini ve bunu edebi yapıta göre çok kısa bir süre içinde anlaşılır kılınmasını gerektiren öyküleme durumudur. Bu açıdan bakıldığında senaryo edebi metne müdahale etmekten çok, edebi metnin görsel düzenini kurmakla uğraşır. Eğer ‘bu da bir müdahaledir’ deniyorsa, kabul. O zaman senaryo yazarı edebi metne müdahale eder ama hepsi hepsi bu kadar olur.
Öte yandan, olayların edebi metindeki düşünsellikle anlatılamayacağı durumlar karşısında senaryo yazarının başvuracağı somutlaştırma halleri olacağı akla gelecektir, bunu değiştirme veya müdahale saymaktan yana değilim. Yazar metni anlar, kendisinin anlatacağı bir metne dönüştürür ve temel olarak hikayenin ruhuna vakıf olarak film öyküsü haline getirirse, edebi metne ihanet etmiş olmaz. Senaryo yazarına düşen görev, metnin kodlarını doğru çözmek, metnin ruhunu anlamaktır.
•Senaryonun sinema, tiyatro ve televizyon için yazılıyor olması uyarlamayı nasıl etkiler? İzleyici kitlenin, muhatabın belirleyiciliği?
Televizyon uyarlamalarında popüler izleyicinin eğilimleri (bu izleyicinin çay içerken, telefon çalarken, evde günlük çeşitli aktiviteler sürerken dikkatini çekebilme itkisi nedeniyle) çok belirleyici bir durum olarak göze çarpıyor. Yani onu işinden gücünden edecek, ekran başına kilitleyecek bazı olaylara ihtiyaç doğuyor. Bunun yolu, yine popüler eğilimlerden besleniyor: Kötülük. Dizilerin böyle bir açmaza dayandığı görülüyor, kötülüğün meşruluğu. Kötü olanın yarattığı sıkıntı. Buna kibarca “çatışma” diyenlerden değilim. Olumsuz kahraman, olumlu kahramanı yeniyor. Bu bir dövüşçü izleme arzusuna benzetilebilir. “Bir dövüş olsa da seyretsek” diyen eskilerin kanlı temaşa zevki ekrana taşınıyor.
Bunları şunun için anlatıyorum, televizyon uyarlaması söz konusu olduğunda, yapılan şey, insani çelişkilerden hareket eden edebi yapıtı bozmak ve şiddetle doldurmak oluyor. Böylece edebi olarak bir düşüncesi olan yapıtın, bir de ekran imgesi oluşuyor. Yani temelde sözel ve kavramsal düzeyden işleyen algılama biçimi, görsel imgesel anlama bürünüyor. Bu anlam da maalesef büyük çoğunlukla şiddet ve karşı kahraman fetişizmi oluyor.
•Uyarlama nedir? Ne uyarlama değildir?
Uyarlama, bir yapıtın (roman, öykü, film veya oyun) yeniden oyun, roman, öykü veya film haline dönüştürülmesidir. Uyarlamada zaman ve mekân unsurları değiştirilebilir, fakat öykü bütünlüğü ve kişilerin temel eylemi değiştirilmemelidir. Bunu Aristo’nun üç birlik kuralından hareketle söylüyorum. Günümüzde daha önceden öyküsü yaratılmış bir şeyi yeni bir form içinde kurmak uyarlamadır, fakat onu başka kişilerin eylemine dönüştürmek, öykünün yapısını kişiler ve olaylar yönünden değiştirmek, ana fikri bozmak uyarlama olmaz.
•Sizin için metne sadık bir uyarlama nasıl olmalıdır?
Bence metne sadık bir uyarlama olması zorunluluğu yok; metne sadakatten çok, metnin temel öyküsüne sadakatten bahsetmek daha yerinde görünüyor.
•Uyarlamalar neden hep kaynak esere uygunluğuyla ve sadıklığıyla değerlendirilir? Sadakat eleştirisi uyarlamalar konusunda yeterli ve güvenilir bir eleştiri kriteri midir?
Bu değerlendirmenin, ilk metnin, özgün yapının en iyi yapı olduğuna inanan kişilerden çıktığını düşünüyorum. Her zaman eski olanın övgüsünü yapmaktan yana bir ruhsal eğilimimiz vardır, bunun yerinde olmadığı inancındayım. Sadakatsizlik eleştirisi, tuhaf bir biçimde muhafazakârlığa varıyor; fakat metnin ana fikrini bozan, onu tanınmaz hale getiren uyarlama tavrı da yenilikçi bir tavır olmuyor. Ben uyarlamanın sadakat ölçüleriyle değil, yenilik arzularıyla donanması fikrini savunuyorum.
•Sadakat eleştirileri sinema ve edebiyat arasında hiyerarşik bir ilişki kurmaz mı? (Kaynak/orijinal edebiyat ve türetilmiş/kopya film gibi)
Evet, böyle olur. Sadakat övgüsü, ilk kaynağın en iyi, sonrakilerin daha az iyi olduğuna dair bir hiyerarşik kabul doğurur. Bu zaman zaman böyledir ama çoğunlukla böyle değildir.
•Eğer bir metnin birden fazla anlamı varsa, filmi, sadakat söylemine göre eleştirmek ne kadar doğrudur?
Daha ileri giderek şöyle sorayım: Bir metnin tek anlamı varsa ve o da kötüyse ne yapacağız? Hırçın Kız’ı örnek vereyim: Bu metnin sözünü sakınmaz Kate’i, sözünü sakınmaz Petruchio’ya yenilir. Bu metin kadınlar açısından düşünüldüğünde eril bir metindir. Bu metni uyarlayabilir miyiz? Bu metni kadınlar açısından kabul edilebilir bir metne dönüştürebilir miyiz? Bu soru uyarlama için yeterli karinedir.
•“Esere sadık olmak” kriteri ne türden bir sinemasal değer taşımaktadır?
Çeviri işiyle uğraşanlar, öteden beri, “sadık ama güzel değil, güzel ama sadık değil” derlerdi: Uyarlama için bu söylenmemeli. Uyarlama için “Ana fikre sadakat ve hürmet içinde olan güzel bir metnin yaratılması” hedefini seçmek gerekir.
•Senaryolaştırma sürecinde uyarlanan metinde yapılan değişiklikler (eklemeler, çıkarmalar, değiştirmeler) neye göre ve nasıl yapılır? Bu değişiklikler neticesinde değişen ne olur?
Değiştirme laf olsun diye yapılmaz, yapıtın ruhunu bozmak yeni bir yapıt oluşturmak olur, uyarlama ise metne olmasa da çekirdek hikayeye sadakat gerektirir.
•Senaryolaştırma sürecinde kitaptaki anlatıcı filmde neyle ve nasıl ikame edilir?
Bunun dış ses gibi, doğrudan konuşmacı gibi teknikleri vardır ama aslolan, hikayeyi yeniden yazarken görsel tasarımını yaparak yürümektir. Bu, daha önce de söylediğim gibi anlatıcıyı mümkün olduğunca azaltıp eylemi çoğaltmakla mümkün olur. Öbür türlü, edebiyat konuşan görüntü yazılır. Doğrusu, edebi kişiliklerin eylemini kurmaktır.
•Uyarlamanın cazibesi nedir? Sinema neden edebiyatla bu kadar ilgilenir? Bunun piyasayla ya da ideolojiyle ilişkisi var mıdır? Türkiye’de özellikle sinema için yapılan uyarlamalarda piyasanın etkisi var mıdır? Televizyon dizileri için yapılan uyarlamalarla sinema için yapılanlar arasında ne gibi farklar vardır?
Özellikle edebi uyarlama, sanırım sanatsal iddia ortaya koymanın bir gereği gibi görünüyor. BBC uyarlaması edebi yapıtlar akla getirildiğinde düşüncemin kaynağı anlaşılır. Sinemanın edebiyatla ilgilenmesinin bir nedeni de sanırım, sınanmamış bir metin yerine, zamana dayanmış tekstlere yönelme isteğindendir. Piyasanın etkisi, şüphesiz vardır, çünkü sonuçta sinema sadece yaratıcılarının karar verdiği bir üretim etkinliği değildir, bir endüstriyel tasarımdır. Bu açıdan sinema uyarlaması edebi ilgilerin yarattığı bir tasarım olarak dikkate değer. Fakat televizyon uyarlamalarının özellikle ülkemiz söz konusu olduğunda edebiyatın aleyhine bir şey olduğunu öne süreceğim. Yazarın daha çok tanınmasına yol açtığını, kitaplarının çok satmaya başladığını söyleyerek bana karşı çıkanlara sözüm şu: Edebiyatçıyı bir dönemin popüler ismi haline getirerek onu bir dönemde tanınmış ve maalesef okunmamış, bir televizyon yıldızı yapmanın edebiyat lehine bir şey olduğunu söylemek mümkün değildir. Ayrıca döneme sinmiş "olumsuz kahraman" ve "kötülüğün egemenliği" konusu da üzerinde durulmaya değer.
Öte yandan, olayların edebi metindeki düşünsellikle anlatılamayacağı durumlar karşısında senaryo yazarının başvuracağı somutlaştırma halleri olacağı akla gelecektir, bunu değiştirme veya müdahale saymaktan yana değilim. Yazar metni anlar, kendisinin anlatacağı bir metne dönüştürür ve temel olarak hikayenin ruhuna vakıf olarak film öyküsü haline getirirse, edebi metne ihanet etmiş olmaz. Senaryo yazarına düşen görev, metnin kodlarını doğru çözmek, metnin ruhunu anlamaktır.
•Senaryonun sinema, tiyatro ve televizyon için yazılıyor olması uyarlamayı nasıl etkiler? İzleyici kitlenin, muhatabın belirleyiciliği?
Televizyon uyarlamalarında popüler izleyicinin eğilimleri (bu izleyicinin çay içerken, telefon çalarken, evde günlük çeşitli aktiviteler sürerken dikkatini çekebilme itkisi nedeniyle) çok belirleyici bir durum olarak göze çarpıyor. Yani onu işinden gücünden edecek, ekran başına kilitleyecek bazı olaylara ihtiyaç doğuyor. Bunun yolu, yine popüler eğilimlerden besleniyor: Kötülük. Dizilerin böyle bir açmaza dayandığı görülüyor, kötülüğün meşruluğu. Kötü olanın yarattığı sıkıntı. Buna kibarca “çatışma” diyenlerden değilim. Olumsuz kahraman, olumlu kahramanı yeniyor. Bu bir dövüşçü izleme arzusuna benzetilebilir. “Bir dövüş olsa da seyretsek” diyen eskilerin kanlı temaşa zevki ekrana taşınıyor.
Bunları şunun için anlatıyorum, televizyon uyarlaması söz konusu olduğunda, yapılan şey, insani çelişkilerden hareket eden edebi yapıtı bozmak ve şiddetle doldurmak oluyor. Böylece edebi olarak bir düşüncesi olan yapıtın, bir de ekran imgesi oluşuyor. Yani temelde sözel ve kavramsal düzeyden işleyen algılama biçimi, görsel imgesel anlama bürünüyor. Bu anlam da maalesef büyük çoğunlukla şiddet ve karşı kahraman fetişizmi oluyor.
•Uyarlama nedir? Ne uyarlama değildir?
Uyarlama, bir yapıtın (roman, öykü, film veya oyun) yeniden oyun, roman, öykü veya film haline dönüştürülmesidir. Uyarlamada zaman ve mekân unsurları değiştirilebilir, fakat öykü bütünlüğü ve kişilerin temel eylemi değiştirilmemelidir. Bunu Aristo’nun üç birlik kuralından hareketle söylüyorum. Günümüzde daha önceden öyküsü yaratılmış bir şeyi yeni bir form içinde kurmak uyarlamadır, fakat onu başka kişilerin eylemine dönüştürmek, öykünün yapısını kişiler ve olaylar yönünden değiştirmek, ana fikri bozmak uyarlama olmaz.
•Sizin için metne sadık bir uyarlama nasıl olmalıdır?
Bence metne sadık bir uyarlama olması zorunluluğu yok; metne sadakatten çok, metnin temel öyküsüne sadakatten bahsetmek daha yerinde görünüyor.
•Uyarlamalar neden hep kaynak esere uygunluğuyla ve sadıklığıyla değerlendirilir? Sadakat eleştirisi uyarlamalar konusunda yeterli ve güvenilir bir eleştiri kriteri midir?
Bu değerlendirmenin, ilk metnin, özgün yapının en iyi yapı olduğuna inanan kişilerden çıktığını düşünüyorum. Her zaman eski olanın övgüsünü yapmaktan yana bir ruhsal eğilimimiz vardır, bunun yerinde olmadığı inancındayım. Sadakatsizlik eleştirisi, tuhaf bir biçimde muhafazakârlığa varıyor; fakat metnin ana fikrini bozan, onu tanınmaz hale getiren uyarlama tavrı da yenilikçi bir tavır olmuyor. Ben uyarlamanın sadakat ölçüleriyle değil, yenilik arzularıyla donanması fikrini savunuyorum.
•Sadakat eleştirileri sinema ve edebiyat arasında hiyerarşik bir ilişki kurmaz mı? (Kaynak/orijinal edebiyat ve türetilmiş/kopya film gibi)
Evet, böyle olur. Sadakat övgüsü, ilk kaynağın en iyi, sonrakilerin daha az iyi olduğuna dair bir hiyerarşik kabul doğurur. Bu zaman zaman böyledir ama çoğunlukla böyle değildir.
•Eğer bir metnin birden fazla anlamı varsa, filmi, sadakat söylemine göre eleştirmek ne kadar doğrudur?
Daha ileri giderek şöyle sorayım: Bir metnin tek anlamı varsa ve o da kötüyse ne yapacağız? Hırçın Kız’ı örnek vereyim: Bu metnin sözünü sakınmaz Kate’i, sözünü sakınmaz Petruchio’ya yenilir. Bu metin kadınlar açısından düşünüldüğünde eril bir metindir. Bu metni uyarlayabilir miyiz? Bu metni kadınlar açısından kabul edilebilir bir metne dönüştürebilir miyiz? Bu soru uyarlama için yeterli karinedir.
•“Esere sadık olmak” kriteri ne türden bir sinemasal değer taşımaktadır?
Çeviri işiyle uğraşanlar, öteden beri, “sadık ama güzel değil, güzel ama sadık değil” derlerdi: Uyarlama için bu söylenmemeli. Uyarlama için “Ana fikre sadakat ve hürmet içinde olan güzel bir metnin yaratılması” hedefini seçmek gerekir.
•Senaryolaştırma sürecinde uyarlanan metinde yapılan değişiklikler (eklemeler, çıkarmalar, değiştirmeler) neye göre ve nasıl yapılır? Bu değişiklikler neticesinde değişen ne olur?
Değiştirme laf olsun diye yapılmaz, yapıtın ruhunu bozmak yeni bir yapıt oluşturmak olur, uyarlama ise metne olmasa da çekirdek hikayeye sadakat gerektirir.
•Senaryolaştırma sürecinde kitaptaki anlatıcı filmde neyle ve nasıl ikame edilir?
Bunun dış ses gibi, doğrudan konuşmacı gibi teknikleri vardır ama aslolan, hikayeyi yeniden yazarken görsel tasarımını yaparak yürümektir. Bu, daha önce de söylediğim gibi anlatıcıyı mümkün olduğunca azaltıp eylemi çoğaltmakla mümkün olur. Öbür türlü, edebiyat konuşan görüntü yazılır. Doğrusu, edebi kişiliklerin eylemini kurmaktır.
•Uyarlamanın cazibesi nedir? Sinema neden edebiyatla bu kadar ilgilenir? Bunun piyasayla ya da ideolojiyle ilişkisi var mıdır? Türkiye’de özellikle sinema için yapılan uyarlamalarda piyasanın etkisi var mıdır? Televizyon dizileri için yapılan uyarlamalarla sinema için yapılanlar arasında ne gibi farklar vardır?
Özellikle edebi uyarlama, sanırım sanatsal iddia ortaya koymanın bir gereği gibi görünüyor. BBC uyarlaması edebi yapıtlar akla getirildiğinde düşüncemin kaynağı anlaşılır. Sinemanın edebiyatla ilgilenmesinin bir nedeni de sanırım, sınanmamış bir metin yerine, zamana dayanmış tekstlere yönelme isteğindendir. Piyasanın etkisi, şüphesiz vardır, çünkü sonuçta sinema sadece yaratıcılarının karar verdiği bir üretim etkinliği değildir, bir endüstriyel tasarımdır. Bu açıdan sinema uyarlaması edebi ilgilerin yarattığı bir tasarım olarak dikkate değer. Fakat televizyon uyarlamalarının özellikle ülkemiz söz konusu olduğunda edebiyatın aleyhine bir şey olduğunu öne süreceğim. Yazarın daha çok tanınmasına yol açtığını, kitaplarının çok satmaya başladığını söyleyerek bana karşı çıkanlara sözüm şu: Edebiyatçıyı bir dönemin popüler ismi haline getirerek onu bir dönemde tanınmış ve maalesef okunmamış, bir televizyon yıldızı yapmanın edebiyat lehine bir şey olduğunu söylemek mümkün değildir. Ayrıca döneme sinmiş "olumsuz kahraman" ve "kötülüğün egemenliği" konusu da üzerinde durulmaya değer.
21 Mayıs 2010'da Boğaziçi Üniversitesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü tarafından düzenlenen "Yazıdan Söze Sempozyumu" için Gürsel Korat tarafından hazırlanmış konuşmadır. Moderatör: Olcay Akyıldız. Katılımcılar, Ezel Akay, Gürsel Korat, Tül Akbal, Şükran Yücel, Başak Deniz Özdoğan