FELSEFEDEN EDEBİYATA BAKMAK: VAROLUŞ VE ROMAN


                                                                   Ulaş Bager Aldemir*
İnsan otantik varlığını yitirip makineleştikçe Varoluşçuluk tartışmasına ihtiyaç duyulacaktır. Çünkü Heidegger’in Dasein’ı (otantik insanı) günümüzde artık makineleşmenin ötesinde siber insana dönüşmüştür ve bu teknokratik çağ üstümüze kapanmıştır. Böylece Dasein’ın en ayrıcalıklı görüngüsü olan sanat da endüstriyel çağın ağır baskısından payına düşeni almıştır; sanatçı bir filozof olarak değil, sanatsal düzlemde ilerleyerek bu baskıdan kurtulmak zorundadır. Eleştiri ancak böyle bir çabayı gözlemleyebilir: Tuğba Çelik, Varoluş ve Roman adlı incelemesinde bu gözlemle yetinmemiş, okuyucusuna yeni ufuklar açmıştır.
Varoluş ve Roman, varoluşçu düşüncenin bütün söz varlığını kıvrak bir üslupla serimliyor ve varoluşçu düşünürlerin yaklaşımlarını onları hiç bilmeyen okurun bile anlayacağı bir dille anlatıyor. Ponty’nin “ruhun ve başka her şeyin döl yatağı olarak beden” kavramsallaştırmasına vurgu yapan ve varoluşun kendinden hareketle kendini aşmasına değinen Tuğba Çelik Sartre’ın “cehennem başkalarıdır”, Heidegger’ın Dasein, Kierkegaard’ın Kaygı ve Bulantı kavramları hakkında akıl yürütmekte, tanrıtanır ve tanrıtanımaz varoluşçu filozofları birbirleriyle bağıntılı olarak açıklamaktadır.
Varoluş ve Roman’ın ilk bölümünde Ben/Beden, Öz ve Varoluş, Özgürlük, Öteki/Toplum, Umutsuzluk, Yabancılaşma, Yaşam Sevgisi gibi varoluş felsefesinin temel kavramları incelenmiştir. İkinci bölümde ise varoluşçuluk ekseninde bir edebiyat incelemesi yapılmaktadır: Dünyadaki varoluşçu edebiyattan hareketle, bu bölümde “varoluşçu karakter analizi” diyebileceğimiz bir özellikler sıralaması yer alır. Böylece varoluşçu karakterin ne olduğu konusunda açık bir görüş sergilenir. Bu temelden hareketle Jean Paul Sartre, Simone de Beauvoir, William Shakespeare, Mihail Fyodor Dostoyevski, Franz Kafka, Michel Butor, Virginia Woolf, James Joyce, Milan Kundera, William Faulkner ve Albert Camus üzerinde durulur.
   Varoluş ve Roman’ın en özgün ve en radikal savlarından biri, Albert Camus'nün varoluşçu olmadığı yönündeki saptamadır. Yazar bu bölümde Camus'nün tanrıtanımazlığını da sorgulamaktadır. Tuğba Çelik'e göre Camus, her ne kadar tanrının varolmadığını düşünse de, bu yoklukla kederlenmektedir; Camus'nün bir roman yazarı olarak yarattığı pek çok karakter varoluşçu değil nihilisttir. Tuğba Çelik’e göre bütün bunlar Camus'nün varoluşçu olmadığını kanıtlamak için yeterli verilerdir. Çelik'in bu savı, hem edebiyat hem de felsefe çevrelerinde yıllarca tartışılacak önemdedir. Üstelik bugüne kadar yapılan Camus yorumları arasında Camus'ye en sadık yorum da budur: Çünkü Camus ''Ben varoluşçu değilim'' diyen ama ısrarla varoluşçuluk içinde değerlendirilen bir yazardır.
   Varoluş ve Roman, varoluşçuluğu yalnızca felsefe açısından değil, edebiyat açısından da ustalıkla tanımladıktan sonra, çalışmasının odağına aldığı konuya da aynı yetkinlikle yönelir: Tuğba Çelik, varoluşçu roman incelemesine Gürsel Korat'ın tarihsel düzlemli romanlarını konu edinir ve bu romanların Türkçe edebiyat evrenindeki özgünlüğüne dikkat çeker. Varoluş ve Roman’da, Gürsel Korat varoluşçu karakterler yaratan bir yazardır: Korat'ı diğer varoluşçu yazarlardan farklılaştıran yan, romanını yaşadığı çağda geçen olaylar içinde değil, yaşamadığı, geçmiş çağdaki olaylara göre kuruyor oluşudur. Gürsel Korat'ın böyle bir düzlemde yazıyor oluşu bize varoluş sancısının hep güncel olduğunu göstermektedir. Bu tutumuyla Korat, yalnızca ülkemiz ölçeğinde değil, dünya ölçeğinde farklı bir yol tutturmuş görünmektedir. İncelemeye konu olan romanlar geçmiş dönemlerin politik, kültürel, dinsel ve etnik aurasıyla kurulsa bile bunlar milliyetçi yahut teokratik bir angajman temelinde yazılmamıştır ve bu durum roman yazarının edebi açıdan evrensel niteliğinin bir işareti olarak değerlendirilmektedir.
Tuğba Çelik hiçbir yerde varoluşçu olduğunu söylememiş veya yazmamış bir yazar hakkında böyle bir yorum öne sürmekle, yapıtın yaratıcının niyetini nasıl da aştığını oldukça deneyimsel bir örnekle ortaya koyuyor. Tuğba Çelik, Kapadokya bölgesinin tarihi zeminindeki insanları anlatan Zaman Yeli, Güvercine Ağıt ve Kalenderiye adlı nehir romanların ve İstanbul'da Komnenos hanedanı zamanını anlatan Rüya Körü adlı romanın şaşmaz biçimde varoluşçu nitelikler taşıyan bir asıl kahramanının bulunduğunu kanıtlar. Çelik'e göre Korat'ın romanlarındaki varoluşçu karakterler Kierkegaard'ın estetik ve ahlaki yaşantı dediği sekansta yer alır. Bu bağlamda Korat'ın tanrıtanır varoluşçulardan çok Sartre ve Ponty gibi tanrıtanımaz varoluşçulara yakın olduğunu öne sürer. Çelik bu savlarını Korat'ın beyanlarından değil, sözü edilen romanlardan ve bunların karakterlerinin eylemlerinden  çıkarsamıştır.  
   Tuğba Çelik’in felsefi ve edebi derinliği birlikte barındıran Varoluş ve Roman adlı çalışması, edebiyat felsefesi ufkunu genişleten, okuru başka okumalara da teşvik eden bir yapıt olarak göz doldurucudur. 
*Ege Ün. Felsefe Bölümü
YKY-Kitaplık Dergisi  Kasım Aralık 2013 Sayı 170