Toplum Kendi Barışını Yapacak Güçtedir



Toplumların yaşamında silah, Çehov’un öykü-olay tanımını akla getirir: Öykünün başında duvara silahı astıysan, sonunda patlaması gerekir.
Devlet Reyhanlı’da sünni eksenli bir çizgiyi seçtiğini ilan ettiğinde ve Nusra’yı özgürlük savaşçısı saydığında bu silahı göstermişti: O gün bugündür bu silahın bütün toplumu etkileyeceğini birazcık aklı olan herkes gördü.
12 Eylül sokak savaşlarından geçtiğim, okul işgalleri ve çatışmaları gördüğüm, bütün bu saçmalıkların 12 Eylül’de Mamak bedelini ödediğim halde, yaşamımda hiç tanık olmadığım kadar büyük bir bölünmeyi izliyorum. Aklım başımdan gidiyor. Kitlesel akılsızlık olan faşizmin böylesine kışkırtıldığı başka bir dönem bilmiyorum.
Ben ve benim gibiler başkalarının görmediği şeyi gören roman kahramanlarına benziyoruz, küçücük bir azınlığız ve dudak uçuklatan nicelikte büyük bir kitleyi ellerinde palalarla, üzerlerinde bombalarla, bellerinde silahlarla dolaşırken görüyoruz.
Bu, aklımızın büyüklüğünden geliyor olabilir -hiç de aklımızı küçük görmek niyetinde değilim- ama doğruya doğru; vicdanımız aklımızdan büyük olmasa o korkunç gerçeği algılayamazdık.
Bir diktatörlük hevesi için toplumun ateşe atılması, yeryüzünde ilk kez görülen bir olay değildir. Elbette bütün bunlar şöyle ya da böyle yaşanır ve toplum durulur. Geriye baktığımızda göreceğimiz şey ölüm dolu şehirler ve dağlarsa, bunun sorumluluğunun kimde olduğu bilinecektir. Adaletsizlik değiştirilemeyecek ve bedeli ödenemeyecek kadar büyük bir suçtur. Neden-sonuç ilişkileri açık seçik belli olan romanlardan farklı olarak yaşam, nedenine sonucuna bakmaksızın bu olayların sorumlularını lanetleyecektir.
Antik Yunan’dan beri kitlelerin ve insanlığın lanetinden ağır bir ceza olmamıştır.
Yaşadığımız kan siyaseti çoğunluğun hiçbir şekilde işine yaramaz; bir çılgınlıktır, mahalle kabadayılığıdır, akıl ve izandan nasibini almamıştır.
AKP bütün yaptıklarının nedeni olarak başkalarını suçlayan bir Dostoyevski kahramanına benziyor: Şizofrenliğin ilk büyük romanı Öteki’nin kahramanı memur Goladkin gibi sorumsuz, seviyesiz ve gülünç bir halde yaşıyor ve kendini başka bir şey sanıyor.
MHP, evlatlarını öldürerek kocasından intikam alan çılgın Medea gibi nevri dönmüş, elinde satırla yol kesen canilere destek veriyor.
CHP’nin belki tamamı değil ama bünyesindeki pek çok kişi, koalisyon görüşmeleriyle oyalanıp iki büyük partinin “istkrarını” tesis etmeye çalışırken Körleşme’nin Prof. Kien’i gibi kafasındaki dünyada yaşıyor.
PKK, üç Arap’ı katleden, bir yandan da annesinin ölümüne üzülmeyen Mersault gibi kendi kafasındaki yabancılık dünyasına gömülmüş.
Bu hikayenin trajik kahramanı HDP’dir; trajik kahraman hiç de işlemediği bir suçla toplum dışına sürülür ve bilinir ki aslında asıl suçlular onun dışındaki herkestir. HDP olsa olsa tanrılara başkaldıran ama onların gücünde olmadığı için küçük düşürülmeye dayanamayan, bu yüzden de canına kıyan Aeas’a benziyor. Mezara gömülmesi bile çok görülen Aeas.
Toplumların korku romanına benzemesi yöneticilerin suçudur. Eğer rahat bırakılırsa her toplum kendi Savaş ve Barış’ını yazacak güçtedir. Savaşa karşı koyan kadınları yazan Aristophanes’ten bu yana, insanlık için Lysistrata’ya benzer öyküler kurmak çocuk oyuncağıdır.
Zor olan ölüm seviciliğidir, yaşamı sevmek değil.
Ölüm isteyenler her türlü kötülüğün kaynağını sihirli aynalarına bakarlarsa göreceklerdir

Birgün, Pazar, 9 Ağustos 2015