Ayvazovski, 1887
Röportaj:
EREN BAŞAĞAN
‘Zaman Yeli’, Dimitri ve
Leon’un efsaneye dönüşen sıradışı hikâyesini anlatıyor. Aynı zamanda
Anadolu’nun da hikâyesi diyebilir miyiz buna?
Geçmişte olup biten tarihsel olayları “açıkladığını”, “çok iyi
araştırarak gerçekleri anlattığını” söyleyen yazar, pek de romancı sayılmaz.
Romancı, geçmiş dünyayı çok iyi araştırıp öğrense de, o geçmişte
yaşayan insanın yaşarken gördüklerini, dokunduklarını, sevdiklerini hayal eden
kişidir. Anlattığı insanın öyküsünü kurar, duygularını
açığa çıkarır ve geçmiş zamanı yalnızca dekor olarak kullanıp insanlığımızı, bilmediğimiz bir
yanımızı keşfeder.
O yüzden ben Ressam Dimitri’yi bütün kilise ressamlarını kendi
varlığında toplamış bir kişi olarak değil, tutkuları özlemleri olan,
sorunlarıyla ilerleyen bir “yalnız kişi” halinde gördüm. Yanında ise başka bir
yalnız kişi olmalıydı: Leon. O bir latin askeridir ve Baba İshak isyancıları
tarafından kör edilmiştir. Gözlerini (İsa’nın körü iyileştirdiği gibi) açacak
birini aramaktadır.
Yani duyu organları bakımından ikisi bir insan eden ama hikayeleri
iki insanı çok aşan kişileri yan yana kurdum.
Dimitri, Moğollar tarafından sağır edilmiştir, Kör Leon’la birlikte Kapadokya’ya
gelir. Dimitri bir kilise ressamıdır, ünü bilinmektedir. Tam resim yapacağı gün
bir aksilik olur. O aksilik sizin o
sorduğunuz Anadolu’nun hikayesini görünür kılar.
Nedir bu hikaye?
Selçuklu çağında emirler ve beyler din bakımından karışıktı, yani
Hıristiyan emirler çoktu ve Selçuklu’ya bağlıydılar. O zamanlar devletin adı da
Rum Sultanlığı’ydı. Bu zengin topluma gözünü dikmiş olan Moğollar Anadolu’ya
girmiş ve birden ortalık karışmıştı. İznik’teki Bizanslılar (O zamanlar tabii
Roma İmparatorluğu’ydu adı) ve Haçlılar bu yıkıcı gücü iyi bir şey sanıp
Anadolu’yu yalnız bırakmışlardı.
Romanımıza göre Kör Ressam, kardeşlerini öldüren, kendisini de öldü
diyerek bırakan Moğollar yüzünden yarım kalmıştır. Kulağına resim fırçaları sokularak
sağır edilen Dimitri, sanattan anlamaz Moğollardan siyasal nedenlerle değil,
işte bu kişisel olay yüzünden nefret eder. Onları siyasal olarak analiz edecek
güçten yoksundur. Fakat ressamın bu tavrı kilise tarafından onaylanmaz ve kişisel
yıkım başlar.
Haydar, romanımızın asıl kahramanı, zorla olaylara itilmiş bir karakter
olarak bu sırada sahneye çıkacaktır. Kapadokya’nın efsane yeraltı şehirlerinde
Moğollara karşı bir direniş örgütleyecek ve sonunda tek başına kalacaktır.
Bu roman bir trajediyi anlatır.
Trajedi, kahramanın yaşamla baş edemeyişinden doğar ve üstelik hiç
de suçu olmadığı halde onu suçlu gibi bir başına bırakır.
Sorunuza verdiğim bu uzun yanıtı şöyle toparlayayım:
Zaman Yeli, Anadolu’daki birkaç insanın
tarih içindeki hikâyesidir.
Romanınız epey kaotik bir
dönemi, Anadolu’da Selçuklu ve Bizanslıların egemen olduğu, Moğol istilasının
yaşandığı dönemi anlatıyor. Zamanla yaşanan çözülmeyi anlatmanızın özel bir
nedeni var mı?
Roman yazarının amacı anlatacağı kişisel öyküye bir arka plan
bulmaktır. Tarihçilik roman yazarının işi değildir. Selçuklu ve Moğol çağını
anlatmamın nedeni romancılığımızda pek yazılmamış olmasıdır. Yazılsa da
tarihçilik yapar gibi yazılmıştır. Bir başka yazma nedenim de kişiseldir.
Sonuçta ben İç Anadoluluyum ve “bir yazarın doğduğu dünyanın dilini ve kültürel
atmosferini yeniden kurmak” gibi bir derdi olması gerektiğini düşünüyorum.
Kitapta döneme dair pek çok detay da var. Örneğin
kilise resminin nasıl olması gerektiğine dair kurallar, hiyerarşik göstergeler,
semboller. (Özellikle de tek başlı iki gövdeli, yılan biçiminde iki kuyruğu
olan.) Nasıl bir çalışma süreci izlediniz kitabı yazarken? Bu bilgileri hangi
kaynaklardan topladınız?
Ben tarih bildiğim için roman yazmadım, yazarken tarihle
karşılaştım. Bugünü düşünelim: Gazeteciyi yazıyorsak, onu yalnızca “yazarken”
değil, bulunduğu kurumla, toplumsal çevreyle, siyasetle ilişkileri içinde
kavrarız ve kişisel dünyasında dolanırız: “Biriyle ilişkisi var mı, mutlu mu,
mutsuz mu, bunun anlatılmaya değer yanı nedir” gibi. Bir kilise ressamını
anlattığımızda da “nasıl resim yapar, resimler niye böyle, bunu kimden
öğrenmiştir, o dönemde resim yapmak için neler yapılırdı” gibi sorular sorar ve
bunu kişisel öyküyle birleştiriririz. Ben Anadolu’nun pek çok imgesi hakkında
düşündüm, onları yeni bir biçim içinde kurup kuramayacağımı araştırdım. Çünkü
roman modern bir formdur, geçmişi olduğu gibi anlatmak tarihsel roman olamaz:
Yazar öyle bir dünya kurar ki, geçmişi sezeriz. “Hmm şu olaylar şöyle olmuş
demek ki” dedirtmek roman yazarının işi değildir. Öte yandan yine de yazardan diliyle,
toplumsal ilişkileriyle ve kişileriyle bir tarihsel atmosfer yaratmasını, bizi
o çağa inandırmasını bekleriz. Bu, ne yaşandığını bilme arzusundan nasıl
yaşandığını merak etmektir. Roman işte bu “nasıl” sorusuna verilen yanıttan
çıkar.
Ressam, şair yahut müzisyenden farkı yoktur yazarın. O bir imge, bir
sarsıcı düşünce peşinde dolaşır. Romancının bol bol okuyup o gerçeklere göre
roman yazdığını söylemesi edebi bir tutum değildir. “Çok araştırdım, çok
okudum” demek romancılığa değil, bilimsel araştırmaya uyar. Yazar elbette
okuyacaktır. Fakat amacı bilgi değil,
sanattır. Yazar aklımıza seslenen bir konuşmacı değil, duygularımıza seslenen
bir hikaye anlatıcısı olduğunu bilmek zorundadır. Maalesef Türkiye’de tarih
romancılığı çok uzun zamandır dinin, siyasetin tezlerini yinelemiş veya
tarihçilik, toplumbilimcilik hevesleri kursağında kalmış olanların oyun sahası
olmuştur. Ben tarihsel zemini doğru kurar, sonra insan hikayesi anlatmaya
bakarım. Vay ki sanattan tarih öğrenenlerin haline!
Yazar bugün yaşayan insandır, geçmişi bilmek ve olduğu gibi anlatmak
gereksiz ve büyük bir iddia olur. Geçmişin bilgisi sanat bilgisinin sırtındaki
yüktür. Romancı insan davranışına gizler bilgiyi, söze sıkıştırır, yaşam
ayrıntılarında yaratır geçmişin duygusunu. “Şu şuydu, bu da bu” tavrı tarihçiye
yakışır.
Konusu gereği sanatçılara
da geniş bir parantez açıyorsunuz Zaman Yeli’nde. Mesela “Din kurallarına karşı
çıkmayı düşündüğü yoktu, sanatı kurallara bağlayarak ressamı ruhsuz bir kişiye
çevirenlere karşı koymak istiyordu yalnızca” diyorsunuz. Bunu nasıl
açabilirsiniz?
Şüphesiz bir ressam hikayesi olarak başlayan Zaman Yeli’nde
sanatçının iç düşünceleri dışa vurulmuştur. En azından bugünün okuruna o zaman
bu resimler niye yapıldı, nasıl yapıldı konusunu sezdiren bir tarafı vardır.
İşte ben orada sanatçının –modernliğe özgü- özgürlük arzusuyla, ortaçağa özgü sanatın
kuşatılmışlığı arasındaki çelişkiyi, aslında bugün görebileceğimiz bir yerden
ele aldım. Durum açıkça şuydu: Sanatın din kurallarıyla belirlendiği bir yerde,
dine karşı çıkmasanız bile, aykırı davrandığınızda sizi bekleyen şey ölümdür. Elbette Zaman Yeli’nin sanatçı olmayan
kahramanlarına da bu ölüm, özgürlük arzusu olarak esin vermiştir. Biraz gülünç,
biraz da yanlış anlaşılmış olarak.
Tempo, Kasım 2015