EDEBİYAT VE PEDAGOJİ

Sorbonne'un avlusunda Victor Hugo, Paris 

Edebiyatın özerkliğini ve başka temsil biçimleriyle karıştırılmaması gerektiğini hep savundum. Edebiyat kendi başına bir alandır, dini, felsefeyi, bilimi veya politikayı konu alabilir ama onlarla aynı şeyi yapamaz.
Pedagoji ve edebiyat da birbirinden farklıdır. Bir yazının edebi değeri, eğitsel değeriyle ölçülmez.  Edebi değer, eğitsel değer gizlendikçe yükselir. Bir eğitimci, edebiyatla eğitimin farkını bilmek zorundadır. Ayrım yapılmazsa, bunun edebiyatla siyaseti aynı saymaktan farkı kalmaz.
Eğitimci edebi metni öğretendir, edebi metnin tarafı değil.
Edebi metin her yeniden üretilişinde yeni anlamlar edinen, duygulara göre biçimlenen bir şeydir. Oysa eğitim bir bilimdir, neyin ne zaman öğrenileceği, nasıl öğrenileceği, gelişim yaşlarına göre alımlamanın ne olacağı gibi konuları gözetir. Eğitim, metnin kişinin gelişim basamaklarına göre nasıl kavranacağını inceler. Bu açıdan duygulara değil akla göre düzenlenmiştir.
Kızım, benim romanlarımı ve öykülerimi okumak için sabırsızlandıkça ona “Dur, henüz yaşın gelmedi” dememin nedeni eğitseldir; “Artık okuyabilirsin” dememin nedeni de.
Okul edebiyata eğitimden bakar, bu nedenle hiçbir aklı başında edebiyatçının bir eğitim malzemesi olarak okunmayı istemeyeceğini düşünmüşümdür; çünkü akılla tanımlanan, yan yatırılan, ters çevrilen bir sanatsal metin kadavraya benzetilmiş olur. Okul böyle yaparak edebi metnin değerini akılla göstermek derdindedir. Bunu kısmen başardığı için, iyi okullardan edebiyat sevgisi çıkar.
Edebiyatta ahlaki sınırlama yoktur, oysa eğitim –ister bilimsel ölçütlerle deyin, ister yönetsel kurallarla- edebi ürünü ahlâki açıdan da ele alır. Ahlâk da neymiş diyerek diklenmek bir başkaldırı olabilir, hatta bu başkaldırı edebi bakımdan bir değer taşır. Fakat eğitbilimsel ölçülere göre yapılandırılmış bir kurumda edebiyat, -nezaketen söylenmiş sözler dışında- eğitimin yerine konmaz. Okullar edebi olanla olmayanı seçme işlevi edinmemişlerdir, kendi kurumsal kimliğine uygun olanı seçmekle yetinirler.
Kurum ölçü ve düzendir, edebiyat ölçü ve düzen tanımaz. Bu nedenle kurumsal yapılar tarafından edebi ürünün hep kuşkuyla karşılandığı ve denetlendiği görülür. Edebiyatın tarihi buna karşı çıkmanın seçkin örnekleriyle doludur. Edebi ürünün baskılanması ve denetlenmesi bu yüzden faşizm sayılır. Fakat kurumlar bazı edebi metinlerle bağdaşmayıp uzak durdukları için eleştirilemezler.
Bir kurum çok beğendiğimiz bir metni “Beni temsil etmiyor” diyerek geri çevirdiğinde takınılması gereken tavır, o kurumu metne ikna etmek olamaz. Çünkü kabul etmeyecektir. Adı üstünde, bir kurum, edebiyatın her türlü kurumsallıktan uzak, kişisel ve öznel dünyasını belirsiz bulacak ve oraya zorlandıkça tekinsiz bir durumda kaldığını düşünecektir.
Okulda sınırlama vardır, o yüzden okula karşı çıkmak zevkli bir şeydir. Oysa edebiyatta sınırlama yoktur. Bu nedenle edebiyat ve bir ilkeler dizisi içeren kurum olarak okul, birbiriyle bağdaşamaz. Dikkat edilmesi gereken şey, kurumun edebiyata baskı yapıp yapmadığıdır. Yalnızca eğitimciler değil her kim olursa olsun, bir kişi, edebi metin yüzünden başına bela alırsa onu savunmak zorundayız; fakat bir eğitimci pedagojik alanla edebi alanı birbirine karıştırmışsa, yahut edebiyata yaslanarak pedagojik alanı ıskalamışsa onu savunmak zorlaşır. Eğitimci, metnin yaratıcısı ya da savunucusu değil, taşıyıcısıdır.
Edebi metin manifesto sayılmamalıdır. Kurmaca yapıt, duyguların ve düşüncelerin artistik yoldan insan deneyimine sunulma eylemidir. Bunu bilmemek, siyasetçi olmakla edebi metinde siyaset yapmak arasındaki farkı görmemek kadar vahim sonuçlar yaratır.
Bu farkı göremeyenlerin eğitimci olması ise çok hazindir.

Aujourd'hui la Turquie'de Fransızca yayımlanmıştır. 125. Sayı Agustos 2015 Sayfa 4