İki Kitap Birden



Dalgın Dağlar, iki öykü kitabımın birleşiminden oluşuyor. Öykülerimi bir araya getirip yayımlamak epeydir aklımda vardı. Böyle birleştirilmiş kitaplar, tarihimizde sık sık karşımıza çıkar, ben de buna uymak istedim.
Çizgili Sarı Defter’i ne zaman gözden geçirsem, orada “yazarlığımın gençliği”ni görürüm. Doğrusu hâlâ o genç adamın düşüncelerini, beklentilerini, yaşama bakışındaki çeşitliliği seviyorum. Bir öykü kitabına hem çocuğu, hem kadını, hem eşkiyayı, hem ütopik karakteri, hem köylüyü hem de hem de devrimci kaçakları sığdıran bu akıl ve onun yaşadığı taze heyecanlar bugün de içimde durur. Çizgili Sarı Defter benim için “yaşam atılımı” ölçüsünde büyük bir eylemdir. Yazarlığımı bana getirmiştir.
Gölgenin Canı, romancılığı başarmış, farklı türlerde kitaplar da yayımlamış olduğum fakat yeni bir şey yapmak için denemelere başladığım çağıma aittir. Bu kitap, İstanbul’da oturduğum 2003 ve 2004 yıllarında yazıldı. Bu çağımda babalık zenaatını öğreniyordum, ailemin bütün “kıymetlileri”ni yitirmiştim ve avcumda yeni bir hayat tutuyordum. Böyle bir yeni yaşam deneyiminin duygusallığı beni bugün bile hâlâ çok duygulandırır. Gölgenin Canı, kendimi dışarıdan gördüğüm, ama eşzamanlı olarak da kendimi içeriden deneylemeyi sürdürebildiğim bir yazarlık deneyimi oldu. Doğrusu bu kitaptan sonra bir daha öykü yazmayacağımı bile düşündüm: Yazarın herkesin gözü önünde sırlarını konuşabilen bir kişi olması bana o sıralar çok ağır gelmişti. Öykünün duygu eşiği düşüktü, yazarın içini hemen gösteriyordu. Bunu anlamıştım ve başka bir biçimde yazmaya Gölgenin Canı’ndan sonra başladım. Gölgenin Canı bana benim yazarlığımı öğretmiştir.

Bu iki kitabımı da o öyküleri yazdığım zamanların çağrışımları, imgeleri ve düşünceleriyle yeniden yeniden okurum: Beni gençliğime götüren bir söz iksirinin içinden geçer gibi…

Orhan Kemal Roman Armağanı Ödül Konuşması





Saygıdeğer konuklar,
Orhan Kemal Avare Yıllar adlı romanıyla gönlümü derinden çeldiğinde, on dört yaşımdaydım. İlkgençlik dünyamda, duyularım bütün açıklığıyla kıpırdanırken, gençliğe dışarıdan bakabilen bu kitaptan sonra yazarlığa çok özendiğimi anımsıyorum.
Buna benzer bir şeyi o çağımda, bir de İnce Memed’i okurken yaşamıştım.
Bu Çukurovalıların, Orhan Kemal’le Yaşar Kemal’in bana etkisi derin oldu. Çünkü o zamanlar soyadları aynı olduğu için kardeş sandığım bu iki yazar, edebiyatımızın odağını değiştirmiş de, bilmezmişim. Onları okuduktan çok sonra, kendi yazarlığım üzerine düşündüğüm yaşlarımda anladım ki bu Kemal’ler sayesinde edebi metindeki coğrafyanın önemini kavramışım. Onların başlattığı İstanbul merkezinin dışına kayma tavrını tutkuyla benimsemiş ve bununla ilgili dil olanaklarını zorlamışım.
Kapadokya artık romanları yazılmamış bir Kapadokya değilse, bunda Çukurovalı iki yazardan el almış olmamın payı büyüktür.
Fabrika çıkışlarının, hayat dolu insanların ve yaşamı seven yoksulların büyük yazarı, iyimser Orhan Kemal’i okuyup da mutsuz olunamaz. O, yaşam bilgisini sanatın diline dönüştüren bir yazardır. Pek çok insanın bildiği ve pek azının maharetle söyleyebildiği bir şeyle uğraşır: İyilik. Orhan Kemal, insanın pek de yüzleşmek istemediği yoksulluğa ve ezilmişliğe içeriden dokunur.
Ondan anladığım şudur: Vicdanın gözüyle bakan insan çok şey görür. Orhan Kemal’in bu tavrı yalnızca gerçekçilikle ve toplumculukla açıklanamaz. Onda gerçekçiliğin ve eleştirelliğin eşliğinde duran mutsuzluk yoktur. Romanımızın büyük iyimseri, odur.
Unutkan Ayna gibi bir insanlık yıkımının hikayesini anlatırken gülümsemeyi, ironiyi ve mutluluğu unutmadıysam, bunda Orhan Kemal’in ve edebi geçmişimizin iyimserlerinin payı büyüktür.
Haksız yere cezaevine konulmasına karşın umudunu asla yere düşürmeyen, dilinin ışığıyla hep gönendiğimiz Nazım Hikmet’i ve onun yanındaki delikanlı Orhan Kemal’i bir düşünelim. Bir avuç insanın büyük zulümlere uğratılarak kendi yurdunda sürgünleştirildiği o tarihten bize kalan, bir avuç kahkahadan ve onurlu bir edebiyattan başka nedir?
Toplumun ruhunu aydınlatan o büyük insanlara şükran borçluyuz.
Edebiyat acıyla olgunlaşır fakat güzellikle görünür. İşte bu yüzden yalnızca edebiyat sayesinde zulümle baş etmeyi göze alırız. Edebiyat zulmün panzehiridir.
Büyük bir onur duyarak kabul ettiğim bu ödülü, tarihimiz boyunca, uyduruk gerekçelerle zulüm görmüş, hapsedilmiş, işinden atılmış ve yerinden yurdundan edilmiş bütün insanlarımıza adıyorum.
Özgürlük, unutmayışın aynasında durur.

Hepinizi sevgiyle selamlarım.

Gürsel Korat,
Beyazıt Orhan Kemal Kütüphanesi 
2 Haziran 2017