Yol, bütün yıkımların nedeni midir, sonucu mudur, bunu
bilmiyorum.
Çünkü “yolları genişletmek” deyimi hayatımıza çoktan
girdi; taşıtların çoğalmasını ve trafiğin insanı çileden çıkartmasını imleyen
bu deyim, aklımızı sıkıntıya sokar. Bu nedenle bazen aklım karışır, ben yıkıma
mı karşıyım, yollara ve bulvarlara mı?
Yola karşı değilim, çünkü yolda olmayı önemsiyorum.
Yolda olmayı önemsemeyen kişi gezgin olamaz; aslında en
büyük keşifler, yoldaki insanın kendi iç dünyasına dalmasından ve duygu
halleriyle yüzleşmesinden sonra doğmaz mı? Keşfin amacı insan değilse, doğa, o
amaçsız kendindelik bilinse ne olur, bilinmese ne olur?
Benim yaşımdakilerin asfalt yolla kurdukları ilişki
biçimi, gelişen ve değişen ülkemizin tarihiyle yaşıttır. Kışın diz boyu çamura
batan köy yollarının unutulduğu yeni bir çağa girdik. Oysa iki otobüsün
karşılaştığı hallerde durup birbirine yol vermek zorunda kalacağı darlıktaki
asfalt yollar, dün denecek kadar yakın zamanlarda bile çok yaygındı. Sonra o
yollar genişletildi; çok işlek yerlerde yol geliş gidiş olarak ikiye ayrıldı. Bir
de duyduk ki Ankara İstanbul arası geliş ve gidiş olarak tamamen bölünmüş; ama
dahası da vardı: Otoban, yaşamımıza girmekteydi; pek çok bölgede otobanlar
yapıldı, bu iş daha da devam edecekti, sonu yoktu.
Yol, insana özgü en ilginç şeylerden biridir, öyküsü de çoktur. Korkarım ki, yolları
kısaltmaya, yolculukları hızlandırmaya çalıştıkça bu öyküleri yok etmekteyiz.
Bu yok oluş, yalnızca otoban kavramı üzerinde durarak
tartışabileceğimiz bir şeydir.
Dilimize ilkin autobahn
olarak geldi; Almanya’daki işçilerin bizlere anlattıklarından öğrendik ki hız
sınırı olmayan geniş yollar yapılmış; o yollarda giderken yanınızdan bauu diyerek geçen arabaları görüp,
durduğunuzu sanırmışsınız.
Bu bize bir hikâye gibi gelirdi, ama değilmiş. Yıllar
sonra Torino’ya doğru direksiyon sallarken, bir motosiklet yüzünden günlerce
kâbus gördüm: Çünkü yüz kırk kilometre hızla gidiyordum ve yanımdan geçen o
şeyin sadece sesini duydum desem abartmış olmam.
Oto yol nedir, sorusunu ilk kez şehircilik kavramları
olmadan orada düşündüm ve şu sonuca vardım ki, oto yol bizi hızlandıran ve
hızlandıkça ayrıntıları silen bir zaman makinesidir. Einstein’a zıt bir şey
söyleyeceğim: Hızlandıkça zamanı da hızlandırıyor gibiyiz. Çünkü ayrıntılarda
duraklamadıkça, yavaş yavaş yol almadıkça zamanın derinliğini algılayamıyoruz.
Hızla, her istediğimiz yere kısa zamanda ulaşıyoruz ama bunun bedeli olarak da,
ayrıntılar yaşamımızdan siliniyor. Durum böyle olunca uzun romanların ve
öykülerin defteri kapanmış oluyor. Hatta, ayrıntıyı seven kısa romanlara bile
tahammül kalmıyor. Edebiyat artık cümlelerle değil, ayrıntıyı hızlandıran
semboller ve resimlerle yapılmaya başlansa yeridir.
Zamanımız, "kendini birdenbire yaşlanmış bulan"
insanların çağı olacağa benzer. Bu nedenle gelecekteki yaşlılık denince aklıma,
Formula yarışları izlerken gözleri dolan insanlar geliyor.
Ben eski insanların hep bir türkü dinlerken gözlerini
sildiğini gördüm; bu yeni imgeye alışmam gerçekten güç olacağa benzer.