Anadolu yollarında arabayla giderken yoldan birkaç kilometre
içeride olan bazı kasabaların “giriş kapısı”nı ana yol üzerinde görürsünüz.
Üzerinde de “Yeşilyurt Kasabası’na Hoş Geldiniz” gibi şeyler yazar.
İl ilçe yönetimi terminolojisinde “kasaba” diye bir kavram
olmadığı için, aslında büyükçe köylerin bilinme ve tanınma arzusundan
kaynaklanan o kapıları pek de saçma bulmam. Sonuçta çok küçük olan, tarihsel
veya ekonomik açıdan kayıtlara bile girmeyen o köyler, orada yaşayanların
kendini gösterme arzularını artırmıştır; o görünme arzusunda anlaşılır bir
şeyler vardır. Üstelik o köye gitmeye kalkacak yabancılar için büyük bir
kolaylıktır bu: “Aksaray Nevşehir yolu üzerinde kırkıncı kilometrede bizim
köyün girişini görürsün” dediler mi, olur biter.
Buna isterseniz “köye giriş yolu estetiği” diyelim.
Kent köyden bir şey öğrenmez, bunu katı bir öğretici
tavrıyla değil, üniversitelerin, sermayenin, kültürel çevrelerin şehir
merkezinde toplandığı bilgisinden hareketle, yumuşak bir ses tonuyla
söylüyorum. Şehirde falanca yerde gördüğün şeyin çağrışımıyla bir şey yapılmaz.
Çünkü bu davranış köylülere aittir ve “köye giriş yolu estetiği” sayısız örneği
olan, “biz de aynısından yapalım” denilmesi mümkün, basit, işlevsel ama estetik
dışı bir aklın ürünüdür. Dünyanın hiçbir yerinde şehre kapılardan girilmez,
böyle bir şey surlarla çevrili ortaçağ kentlerinde olurdu, günümüzde bunu
yinelemeye kalkan çıkmaz.
Hele tarihi iyi korunmuş Roma, Venedik, Viyana, Stockholm,
Petersburg gibi şehirlere, her biri için beş milyon lira harcayarak beş kapı
yapın bakalım, ne olur! Bu nasıl yoğurdun bolluğudur anlamadım: Ankara şehrinde
yirmi beş milyon lira harcanarak üstüne “Ankara’ya hoşgeldiniz” yazacağınız bir
“kapı”ya hangi akılla evet denmiştir? Bu köy estetiği hangi aklın ürünüdür? Bu
kapıları görenler “Belediye Başkanı amma da çalışmış ha” diyerek köylü vezninde
bir övgü cümlesi söyleyeseler ne olur, söylemeseler ne olur? Bu nasıl bir
beğeni halidir? Ankara beş milyoluk şehir oldu, yoldan geçerken görmeden
geçeceğiniz bir köy değil. Buraya bir köy belediye başkanı gibi giriş kapısı
yaptıran adama bir başkent daha kaç yıl müstehak olacaktır, bilinmez.
Ankara’nın unutulmayacak yanılgısı, ülkeyi pespaye bir taşraya çeviren
sağcılığı desteklemesi değil, Melih Gökçek gibi birini üst üste dört kez
belediye başkanı seçmesidir. Bu şehirde nasıl hangi cinsten insanlar
çoğunluktadır ki, böyle bir başkan açık ara yirmi yıl bu şehri yönetecek oyu
toplamıştır?
Bu seçimde Ankaralının deyimiyle “bağırta bağırta” Melih
Gökçek’i oradan indiremeyen Ankara’nın geleceğe bakmaya yüzü yoktur; bu şehir
giriş kapılarının parasından başlayarak sorulması gereken hesaplarla doludur. Metro
ulaşımından mahrum edilen, ağaçları ve üniversite arazileri talan edilen bu
şehir, başkent olduğunu o gün anlayabilir: Çünkü dur denilmesi gereken hal
artık ayyuka çıktı. Köyleri şehir estetiğiyle yönetmeye kalkmaktan daha saçma
bir durum önündeyiz, şehirleri köy algısıyla yönetenler başımızdadır.
1 yorum:
binaların dışlarına tuvalet fayansıyla bismillah, maşallah falan yazan zihniyetin estetik algısı işte.
pek muhterem cumhurbaşkanımız da roma'ya gitmiş hayret burada hiç gökdelen/avm yok diye twit atıyor.
biz de ağlanacak halimize gülüyoruz.
Yorum Gönder