PLASTİK SANATLAR KAVRAMINI BİRİ YANLIŞ ANLADI



Plastik sanatlar kavramı baştan yanlıştır, doğrusu görsel sanatlar olmalıdır ama o yanlış bilgiyi yanlış anlayanlar yüzünden kentlerimizde tartışmasız sanat dışı ucube heykeller kök salmıştır. Birileri sanayideki tabelacıya gitmiş “Abi şöyle plastikten bir kuş yapacağız, bilgisayarda çizdir, iyice benzesin bak, yoksa karışmam” demiş, tabelacı da da canını dişine takıp isteneni yapmış gibi bir hal var. Belediyelerin “kent mobilyası” olarak kullanılacak heykelleri veya süsleri sanatla uğraşanlara yaptırmadığı  çok bellidir. Elbette “üretim” böyle olunca heykeller de şehirleri işportadan alınmış  gece lambalarıyla süslenen oturma odalarına benzetmiş durumdadır.
Belediye imar vermeyeceği yerlere kat çıkanlarla uğraşacağı yerde hiç anlamadığı sanata el atınca ortaya Türkiye’ye özgü bir görsel felaket çıktı. Başbakanın ve belediye başkanlarının sanat düşmanı olduğu bu ülkede, “plastik sanat seviciliği”ne direnmek gerekirdi ama ne yazık ki para, güç, hukuk ve yönetim, bilgisizin elindedir. Sanat bilgisinin basit bir beğeni ile ifade edilemeyeceğini, bunun tıpkı dini, bilimi veya felsefeyi bilmek gibi derin bir kavrayış sürecinden sonra mümkün olduğunu ancak eğitimi olanlar bilir. Bilgisize ve akılsıza yaptığının yanlış olduğunu anlatmak mümkün olmadığından, şehirler çıkarın ve ahlaksızlığın anıtları gibi irileşir, her türlü zevki, çevre değerlerini ve ortak çıkarları mahveden haydutluk da kendine zevksizlik dolu oyuncaklar edinir. Zevksizlik ve bayağılık her yeri öylesine sarıp sarmalamış görünüyor ki insan bildiği bütün hayret ünlemlerini kullansa bile onlar şaşkınlığı ifade etmeye yetemez.
Abarttığımı düşünenlere,  internette arama motoruna “kent heykelleri” yazarak elde ettiğim fotoğrafları göstermem yeterli olacaktır: Bir ülkenin nasıl yönetildiğini anlamak için heykellerine bakmak yeterlidir. Eğer inanç gereği heykel yapılmıyorsa o zaman da apartmanlarına bakılmalıdır.
Anladığım kadarıyla, sanatsal yapıtlar bir kenara bırakılırsa, ülkemizde üç tipte kitsch heykel grubu vardır.


Siverek, doğal yaşam! Sanki etnoğrafya müzelerinin dokuma tezgahı başındaki mankenden bozma "temsili" eski zaman insanları gibi! 


1    Bir tarihsel anı veya pastoral yaşamı “canlandıran” heykeller

Bunlar gerçekten bir olayın yaşandığı yerde o olayın kahramanlarının anısına dikilen heykellerdir veya yol kavşaklarında köylü yaşamını gösteren inekli, keçili, develi “durum” öyküleri içeren fiberglas, cam veya tunç oluşumlardır. Bunun en akıl almaz örneği Atatürk’ün Ankara’ya gelişini konu alan Dikmen Keklikpınarı’ndaki “temsili seymen” kalabalığıdır. Bu Atatürk Parkı’nda o kadar heykel vardır ki, heykeltıraş insan boyunda yaptığı heykellerin arasına karışan herkesi Atatürk’ü karşılayanların arasına almak gibi bir fikirden hareket etmiş olsa gerektir. Yani sanatla ilişkimiz duyularla değil “akıl”la olacak. Ne diyeceğiz “Vay, demek böyle karşıladılar Atatürk’ü?” “Nerede oldu bu olay” “Tam bu heykelin olduğu yerde.” “Heykeller de pek canlı, sanki biraz sonra Hamamönünde bir lokantada fotoğraf çektirmek için seymen kılığına girmiş günümüz insanlarına benziyorlar.”
Ya develere ne demeli? Eşek sürüsüne? Ne amaçla konulur böyle bir şey? Hangi estetik hazza yöneliktir? Bizi şaşırtıp “Yav bir an gerçek eşek sandım” dedirtmek için mi? Yoksa sanatsal ürünün alımlanmasında yeni bir kavram mı sınanıyor: Sanmak. Eşek sandım. İnsan sandım. Deve sandım. Aaa, kız bahçede oturuyor sandım. “Bundan neye varabiliriz” diye sormalı artık sanat eleştirmeni: “Sanmak, yeni estetik alımlama kavramları arasında en enteresan olanıdır.”
Bu ülkede sanat yapıtlarına ve heykele en büyük kötülüğü vitrin mankenleriyle donatılmış etnoğrafya müzeleri yaptı: Zevk çözülüşü, devletin bu katmanında çalışanların basiretsizliği ve bilgisizliğiyle yayıldı. Eğitimsiz devlet memurunun sanat algısı zamanla geçer akçe oldu ve gerçek sanat yapıtlarını ucube, ucubeyi sanat yapıtı sanan bir zevk ortalaması doğdu. "Bunlar" muhafazakar, eğitimsiz, mesnetsiz güvenle dolu, boş kafalı insanların beğenisidir: Türkiye'nin ortalamasıdırlar.





2. Bir yerin özelliğini bildiren heykeller

Biliyorsunuz ki ülkemizin değişik bölgeleri meyveleriyle ünlüdür ve oralarda o meyvelerle ilgili bir de festival yapılır. Sanırım festival alanında çevresinde toplanılmak amacıyla yapılan ve ulu kayısıyı, ulu biberi veya sarımsağı kutsamaya yarayan heykeller yine de bir işe yaradıkları fikrini verecek cinstendirler. Ulu meyve paganizmi ve dev ölçekli heykeller putataparlığı ile malul muhafazakar belediye başkanlarımız ülkemizin kitsch sanat atılımının ölçülerine yeni bir değer katmışlardır: Büyüklük algısı ve işe yarama. Adam dinozor yapsa dünyanın en büyük dinozorunu yapıyor. Emin olun bu ülkede dünyanın en büyük portakal, kayısı, isot, sarımsak, elma veya karanfil heykelleri vardır.

Dünyanın en büyük çaydanlığı Tandoğan’da durmadan havuz büyüklüğünde bir fincana akar durur. Niye? Orada çay kahve mi içilir? Eleştirmen uyuma! Bundan çıkaracağın ders: “Bir sanat yapıtı büyüklükle sarsar, algılamayı hızlandırır” yargısıdır.
Yargıları birleştirelim: Bir sanat yapıtı, büyük olmalıdır, sarsmalıdır ve gerçekliğe dayanmalıdır. ‘Sanma’ duygusu uyandırmayan sanat yapıtı ucubedir, sökülür.

3    El heykelleri

İlk örneği, arketipi Abdi İpekçi Parkı’daki el heykelidir. Bir şeyi mi avuçlamıştır, yoksa bereket için dua mı eder nedir, bilinmez. Bir örnek olarak kalsaydı, ne yapalım bu da bir şeydir diyerek aldırış etmezdik. Fakat meğer bu ülkede bir el fetişizmi varmış asıl; yapabildikleri her yere bir el koymuşlar.
Şüphesiz cebimizde eller, kesemizde eller, kadınların orasını burasını mıncıklayan eller, kızları alıp satarken itekleyen eller, rüşvet alırken gizli gizli hareket eden eller, para sayarken dudağını yalayıp hareket eden eller gibi el çeşitlemeleri yapabilecek bir kültürel zenginliğimiz var. Fakat bunun kitsch türünden heykeleni dikecek kadar ileri gideceğimizi sanmıyordum. Bu adamlar, -kesinlikle adamdır hepsi, kadın olarak doğsa bile- bir de Antik Yunan’daki bereket törenlerini ve fallus maketlerini “Ne kadar ilkel inanışlar yarabbi” diyerek bilmiş bilmiş küçümser ve onlardan utanırlar.


Suretin yasak olduğu İslami evrende ellerle Allah’a şirk koşulamayacağı için bu sakil, meymenetsiz ve zevk dışı şeyleri yapıp heykel diye ortaya koyduklarını düşünüyor olabilirler. Emin olun bu eller hem utanmazca sakil hem de zerrece estetik görüş ve bilgi olmadan yapılmıştır. Oltu taşı ve tesbih konulu kompozisyonu tasarlayan ve bu heykeli ısmarlayan yetkili kişinin ilkokul öğrencisi düzeyindeki estetik görüşünden ve heykel patronajından ders çıkaralım: El bir sanat yapıtının temel objesidir. Elle para alır veririz, muz soyarız, kayısı tutarız, sarımsak döveriz, şeftali yeriz; kısacası tükürmeliyiz içinde el bulunmayan o heykelin üstüne.
Sen de çıkaracağımız dersleri unutma eleştirmen! Yeni sanat ölçülerini veriyor devlet yöneticileri: Bunlar geçen yüzyılda, otuzlu yıllarda sovyet sanatını yönlendiren parti komiserlerinin düşmanıdır ama onların yerine geçmişlerdir.
A)   Bir sanat yapıtı, büyük olmalıdır
B)   Bir sanat yapıtı, genel olarak plastik malzemeye dayanmalıdır.
C)   Sanat yapıtının ana konusu eller ve meyvelerdir.
D)   Sanat yapıtı “sanma” fiilini hep yineleyecek kadar gerçeğe benzemelidir.
E)   Sanat yapıtını eleştirenlere yasak konmalıdır.


Bu da sanatsal zevkle yapılmış heykel nedir göstermek için konmuş olsun. İnsan sureti olmasın, naturel olsun, sevimli olsun dersek nasıl bir şey yapabilirdik, işte böyle. Bunun için sanat zevkine ve bir de Ferdinand Botero gibi bir sanatçıya ihtiyacınız var.
       

0 yorum: