RÜYA KÖRÜ ROMANININ TARİHSEL DÜZLEMİ




Levent Küçük


Tarihsel düzlemli romanların okurları, okudukları romanın tarihsel arka planını öğrenmek isterler. Bu yazı, Rüya Körü’nde yer alan, okurun merak edebileceği bazı tarihsel göndermelere ışık tutmak amacıyla yazılmıştır.

Giriş Tarihsel roman yazarlarının pek çoğu tarihte yaşamış, okurca iyi bilinen ünlü bir hükümdarı, düşünürü ya da prensesi ana karakter olarak ele alıp onun etrafında bir öznel kurgu yaratırlar. Kimi yazarlar ise tarihsel kişilikleri anlatırken olabildiğince gerçeğe sadık kalırlar, romanda anlatılan tüm olaylara da tarihi şahit gösterirler, bu kitaplar tarihsel romandan çok biyografik roman sınıfına girer. Gürsel Korat, sözünü ettiğimiz iki tür yazara da benzemez.
Rüya Körü’nün karakterlerinin hemen hepsi tarihte yaşamış kişilerdir; ancak romanın ana karakteri Stefanos Aksukos, tarihsel bir kişilik değildir, kurgudur. Bu romanda titizlikle kurulmuş olsa da tarihsel düzlem, yalnızca estetik ve gerçekçi bir arka plan olarak vardır. Rüya Körü felsefi, psikololojik, sosyolojik vs. yönden yoğun bir romandır; ancak popüler kültürün beslediği ya da milliyetçi bakış açısını benimseyen tarihsel romanların genelinde bulunan “tarihi aydınlatma amacı”nı taşımaz. Rüya Körü’nün tarihi kullanmadaki tutum farkının bilincinde olarak yazılan bu yazı, romanın tarihsel düzemine bir bakış sağlamak amacıyla yazılmıştır.


Toros Dağları Etekleri: Bizans ve Ermeni Krallığı Mücadeleleri Gürsel Korat, Ortaçağ Anadolu coğrafyası insanlarının yaşam tarzlarını, davranış kalıplarını yansıtan başarılı bir roman yazmıştır. Yazar, XI. ve XII. Yüzyıl Anadolu’sunda Bizans ve Selçuklu dünyası arasında yaşanan siyasal, ekonomik çatışmaların görüntüsü altında farklı din ve dil karakterlerine, siyasal yaşam ünitelerine sahip milletlerin ortak idealler etrafında nasıl bir araya gelebildiklerini anlatır. Korat’ın on başlık altında oluşturduğu Rüya Körü romanı, bir tarihsel dönemi sanatsal bir anlayışla ele almanın yanı sıra ele aldığı tarihsel kişilikleri de başarılı bir biçimde verir. Romanın giriş bölümünde 12. yüzyıl ortalarında Toros dağları eteklerinde Stefanos, Bizans ile Ermeni Krallığı arasındaki siyasal çekişmelerin gerçekleştiği mekânları gezip dolaşmakta, betimlemektedir. Bu dönemde Bizans imparatoru olarak tahtta Yannis Kommenos vardır. II. Yannis hükümdarlığı süresince tüm önemli seferleri kendisi yönetmiştir. Bu yüzden dönemin tarihçi ve vakanüvislerinin dikkatini çekmiş komutanlardan biridir. Bizans tarihçisi Nikeyton Hariaten, Yannis hakkında “elleri sadece savaşta yetenekli değildi, iyi işler yapmakta da hızlı ve cevvaldi. Daha da ötesi aklının soylu ve bağımsızlığı kötü kökleri nedeniyle gölgelense de onu herkes tarafından sevilen yapıyordu,” der.
Yannis Kommenos 1137 yılında I. Haçlı seferinden sonra Çukurova’da yerleşmiş olan Ermeni imparatoru Leon’un İçel ve Silifke yörelerini ele geçirmesi üzerine Doğu Akdeniz seferine çıkmıştır. Bu sefer sonunda Tarsus, Adana ve Misis’i zapt etmiştir.


Taht Kavgaları Kommenos’un iki oğlu vardır. Büyük oğlu yeteneği, öfkeli kişiliği ile öne çıkan İsaakios ,diğeri sakin ve yumuşak karakterli Manuil’dir. Manuil doğuştan kumandan, hiçbir tehlikeden çekinmeyen cesur bir savaşçıdır; fakat her şeyden önce yeniliklere açık bir diplomat, cüretkâr fikirleri olan bir devlet adamıdır. Cihanşümul imparatorluk düşüncesiyle dopdolu, dini tartışmalara ihtirasla ve delicesinde düşkün tam bir Bizanslıdır. Aynı zamanda bütün tavırlarıyla batı çizgisinde bir şövalyedir; bu anlamda Manuil, Bizans tarihinde yeni bir hükümdar tipini oluşturur. Manuil’in kardeşinin oğlu Andronikos da hırslı karakteri ile dikkat çeker.
Romanda veliaht Manuil, Toros eteklerinde Ermeni Krallığı ile olan mücadeleler sırasında devamlı olarak saray yazıcısının oğlu Stefanos’un gördüğü rüyaları merak eder; onun gelecek hakkında verdiği bilgilerden etkilenir. Çocukluğundan beri Stefanos’un bu yeteneğinin saray çevresinde alayla karşılanması, söylediklerinin dikkate alınmaması onu daha çok meraklandırır. Bu dönemde Stefanos’dan edineceği bilgilerle babasının gözüne girmek, tahta daha sağlam oturmak ister.
Yannis Kommenos’un Toros dağları eteklerinde zehirlenerek ölümünden sonra yerine kimin geçeceği konusu Manuil’in vasi tayin edilmesi ile çözümlenmiştir. Bu doğrultuda ordunun, diğer hanedan üyelerinin tarafgirliği önemlidir. Bizans’ta da iktidara gelişin yolu Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde olduğu gibi askerlerin, ulemanın desteğini almaktan geçiyordu. Patrimonyıl devlet anlayışı Ortaçağ devletlerinin tipik karakterini gösterir. İktidara geliş yöntemi ve sürecinde Ortaçağ İslam ve gayri İslam devletlerinin genel karakteri bu yöndedir.
Yannis Kommenos’un ölümünden sonra ordunun İstanbul’a dönüş yolu güzergahında yer alan Tuz gölü yakınında Toskara beyliği sınırlarında mola verilmesi ve orada saray soylularına ziyafet verilmesi, ölüm ve düğün kavramlarının yan yanalığı kadar yeni hükümdara biatın da sembolüdür.

Filomelyum Savaşı Romanda Stefanos’un Filomelyum savaşı ile ilgili yanlış tespiti, saray çevresinden uzaklaştırılmasına neden olduğu gibi İsaakios’un kızı Teodora’yı elde etmesine de engel olmuştu.
Filomelyum savaşı bugünkü Akşehir kasabasında gerçekleşen, Selçuklunun Bizans’a karşı ağır bir yenilgi aldığı savaşın adıdır. Bu bölgede farklı bir dönemde tekrar cereyan eden ikinci savaş da aynı isimle anılmış, rüyada yorumlandığı şekliyle Selçukluların kazanma şansına sahip oldukları sırada belki de Katolik tehlikeye karşı Bizans ile ittifakın daha gerekli olduğu düşüncesi sonucu antlaşma ile sonuçlanmıştır.
Stefanos’un yanlış yorumladığı Filomelyum savaşı, Sultan II. Kılıç Arslan döneminde meydana gelmiştir. III. Haçlı seferini yöneten Alman Friedrich Barbarossa, 1190 yılında Akşehir civarında Selçuklu ordusunu büyük bir yenilgiye uğratmıştı. II. Kılıç Arslan Kudüs’e gitmekte olan büyük Alman ordusuyla çatışmaktan sakınıp Almanlarla antlaşma yaparak bu ordunun Anadolu'dan Selçuklu ordusunun hücumlarına maruz kalmadan geçişini sağlama almak istiyordu. Almanlara göre bu ordunun Anadolu'dan geçişi sırasında kimseye buyruk olmayan Türkmenlerin zaman zaman hücumlarına maruz kalınabilirdi. Akşehir üzerinden, Alman Haçlı ordusu 17 Mayıs'da yürüyüşe geçmişti. Anlaşma gereğince barış içinde ordunun şehir kenarından geçmesi gerekirdi; fakat imparator Friedrich şehre hücum edip eline geçirmeye karar verdi. 18 Mayıs günü gerçekleşen çatışma sonrası Alman ordusu Selçuklu başkenti Konya’yı ele geçirdi.

Andronikos Rüya Körü’nün önemli karakterlerinden biri olan Andronikos, Stefanos’un aksine geçmişi rüyalarında görme yeteneğine sahiptir. Andronikos, rüyalarında gördüğü olayların zamanını kronolojik olarak bilemediğinden onları anlamlı bütünler haline getirmekte zorlanır. Aslında Andronikos, geçmişe yönelik gördüğü rüyalardan çok geleceğe ilişkin kehanetler sunan rüyaları görmeyi ister; bu yetenek Stefanos tarafından kullanılmaktadır. Oysa Andronikos bir gün imparatorluğu ele geçirip geçiremeyeceğini öğrenme isteği ile yanıp tutuşmaktadır.
Andronikos, Bizans tarihinin en ilginç simalarındandır. Bu dönemde altmışlı yaşlarda olmasına rağmen mazisi pek hareketli geçmiştir. Oynadığı cüretkar oyunlar, maceralı aşk hikayeleri eskiden beri Bizans’ın günlük dedikodularına dahil olurdu. Parlak bir eğitim görmüş, esprili, iyi konuşan, savaşta şeci, sarayda cömert bir kimsedir. Andronikos aynı zamanda imparator Manuil’e açıkça muhalefet eden tek adamdı, feodal aristokrasi düşmanı ve batıya dönük siyasetin şiddetli bir aleyhtarıdır. Bu sebeptendir ki İstanbul’daki Latin dostu niyabeti düşürmek söz konusu olunca bütün gözler ona çevrilmişti. Andronikos’un prens ve imparatorluk dönemlerini betimlemek oldukça güç bir iştir. Korat, bu güç işin üstesinden gelmiş görünür.



Hipodrom Stefanos’un defterine kaydettiği rüyalarından birisi hipodrum kapısından dört atlı heykelin sökülmesi olayını betimler. Hipodromlar Roma döneminin en dikkat çekici mekanlarından biridir. Bunlardan birisi bugün şimdiki Sultanahmet meydanının bulunduğu yerdedir. M.S. 203 yılında Roma İmparatoru Septimus Severus döneminde inşa edilen, Büyük Konstantin döneminde genişletilen Hipodrom; 480 metre uzunluğunda, 118 metre genişliğinde heykeller, değerli anıtlarla süslü bir yapıymış. Ana girişi kuzey ucunda, Alman Çeşmesi’nin bulunduğu yöndeymiş. Bu girişin üstünün de heykellerle süslü olduğu, biliniyor. Buradan nasıl olmuşsa götürülmüş dört bronz at, Venedik’teki San Marco Bazilikası’nı süslüyor.
Hipodromun mermer banklarından biri Sultanahmet Camii'nin müezzini su bulmak üzere bahçede kazı yaparken ortaya çıkmış. Şimdi caminin bahçesinin bir köşesinde duruyor. Hipodrom'dan bugüne gelebilen bir kaç eser ise herkesin bildiği Obelisk (Üzerinde hiyeroglif yazıları olan sütun), Yılanlı Sütun ve Örme Sütun. Obelisk, Bizans imparatoru I. Theodosios zamanında hipodrumu süslemek için Mısır'dan deniz yoluyla getirilmiş. M.Ö 1700 yıllarında Firavun III. Tulmosis için pembe granitten 20 metre yüksekliğinde yapılmış anıtın dört yüzünde hiyeroglifle yazılmış kabartma kitabeler mevcut. Kitabelerde Tanrı Amon-Ra övulüp yüceltiyor ve III. Tutmosis'in zaferleri anlatılıyor. Anıtı taşıyan iki aşamalı mermer blok üzerinde Grekçe ve Latince yazılar bulunuyor. Diğer yüzlerinde ise anıtın dikilişi, araba yarışlarıyla ilgili kabartma heykeller yer alır.
Stefanos’un gördüğü rüyaların birinde Ayasofya’nın dört yanına dört kule dikildiğini anlatılır ki herhalde Bizans tarihi için en hüzünlü olay bu olsa gerektir. Bu kuleler Fatih Sultan Mehmet’in adalet kuleleridir. Ayrıca Yannis Kommenos’un Toros dağları eteklerinde zehirlenip ölmesi sonrası ordunun İstanbul’a dönerken altında toplandığı sancakta bulunan motif (çift başlı kartal motifi) ile ilgili bilgiler verilirken Anadolu uygarlıklarının benzer temaları işlediğini anımsarız.


Anemas Zindanı Stefanos’un rüyalarında betimlediği mekanlardan birisi Anemas zindanıdır. Bizans döneminin en önemli saray komplekslerinden, Blahernia sarayının bir parçası olan Anemas zindanı, Haliç’e yakın eski sur duvarlarına bitişik inşa edilmiş, on dört hücre odasından, iki katlı bodrumdan oluşan bir yerdir. Blakhernia sarayına ait oldukları anlaşılan mahzenler ve kuleler genişçe bir kompleks oluşturur. Üstünde 16. Yüzyıl sonlarında inşa edilen İvaz efendi camiin bulunduğu terasın önünde bulunan kulelerden birisine Anemas diğerine Isaakray Angelas kulesi denilir.
Yine roman’ın geçtiği mekanlardan birisi İkonyum Bizans döneminde Rum Selçuklu devletinin başkenti olan Konya şehrinin adıdır. Misis şehri ise Ceyhan nehri kenarında tarihi ipek yolu üzerinde kurulmuş bir kent merkezidir. İmparator Yannis Kommenos’un zehirlenip ölmesi sonrası naşının gemiyle İstanbul’a gönderildiği merkezdir.
Anemas Zindanı, ismini Arap asıllı Bizans askeri olan Mihael Anenas'tan almıştır. 1107 yılında imparator Aleksios’a karşı suikast girişimini tasarlarken yakalanan Anemas suçunun cezasını zindandaki bir kuleye hapsedilerek çekmiş, gözlerine mil çekilerek kör edildikten sonra imparatorun kızı Anna’nın yardımıyla kurtulmuştur. Anames’in ardından imparator Kommenos , imparator İsaakios ve oğlu Aleksios veliaht Andronikos Palailagos ve Sultan I. Murad’ın oğlu Savcı Bey de bu zindanda tutuklu kalmışlardır.

Kılıç Arslan
Rüya Körü’nde Kılıç Arslan çok yer tutmaz; çünkü roman Türkçe yazılmış çoğu tarihsel romanlardan farklı olarak olayları Bizans çevresi odağında ele almıştır. Romanda “Türkler ve diğerleri” ayrımının yapılmadığı, milliyetçi bir tutum sergilenmediği, nesnel ama sıra dışı bir yol tutturulmak istendiği ortadadır.
Kılıç Arslan, romanda imparator Manuil’n konuğu olarak sarayda bir süre kalır.
Sultan Kılıç Arslan bütün siyasî faaliyet ve entrikaların merkezi olan imparatorluk ile bizzat anlaşmak üzere 1162 yılında İstanbul'a gitmiştir. Yaklaşık olarak seksen gün İstanbul’da kalır, çok önemli anlaşmalar yapar. İmparator Manuel, onu Bizans'ın düşmanlarını birbirine ezdirmek siyasetine uygun olarak büyük bir merasimle karşılar, ağırlar. İki hükümdar arasında varılan antlaşmaya göre karşılıklı yardımlaşma yapılması, Türkmenlerin Bizans'a akın yapmamaları kararları kabul edilir. Ancak 1176 Miryakefalon savaşı ile birlikte II. Kılıç Arslan ile Manuel Kommenos arasında sürtüşmenin arttığı görülmektedir. Manuel’in ölümü sonrası yerine geçen II. Aleksios da bu gerginliği sürdürür.

Hıristiyanlık
Romanda Aziz Teodoros, Kılıç Arslan’ın İstanbul seyahati sırasında konuşmalar, tartışmalar süresince onu etkilemek ve bilgisi ile ezmek için değişik yollar dener.
İslam düşünce ve inanç dünyasının aksine Hıristiyanlıkta tanrı nesneleştirilmiştir. Teodoros’un yemekte Kılıç Arslan’a anlattığı Hıristiyan felsefe Kılıç Arslan’ı da şaşırtacak ölçüdedir. Hıristiyanlıktaki tanrı inancına göre tanrı insan kılığında yeryüzüne gelip insanlar arasında peygamberlik yapıyorsa bunun bir defaya mahsus olması gerekmediği gibi tekrarı da kaçınılmaz olur. Bu durumda başka dinlerdeki insansı tanrı inancı da doğru demek olur ki bu defa tanrının birliği konusu da sekteye uğrar. Baba, oğul ve kutsal ruh, acaba bir varlık hem baba hem oğul olabilir mi? Aynı zamanda inanırlar arasında dolaşıp onlara ilhamlar veren bir ruh olabilir mi? Babanın sağ yanında oturan oğul nasıl olur da aslında aynı şahıs olabilir? Tanrı teslis ile hem mutlaklığı ve nihai olma halini korumakta hem de insanlarla bire bir somut bir ilişkiye girebilmektedir. Hıristiyanlıktaki tanrı anlayışına göre tanrı ilim, irade ve mutlak kudret sahibidir. O ezeli ve ebedidir. Yani zamanın her anında, dünde, bugünde ve gelecekte mevcuttur; zamansız olarak her daim mevcuttur.
Romanda Anna’nın babaannesi hakkındaki yapılan tespitler de ilginçtir. Dalesana erkek gibi bir kafaya sahip, kendisini aşırı derecede tanrıya adamış güçlü bir kişilik, ayrıca entelektüel açıdan mükemmel bir kadın örneği olarak tarif edilir. Roman, Anna’nın babası Aleksios ile ilgili te ise yönetme bilincinin ustası ve bütün yeniliklerini imparatorluğun kendisinin iyiliğine yönelten kişi olarak tanımlamıştır. Ancak annesi Dalesana’ya tanımış olduğu yetkiler bakımından da onu güçlü kılan uygulamalardan söz eder. Bu yüzden Dalesana, Kommernos hanedanının iktidara geçişinde oldukça belirleyici bir rol oynamıştır. Aleksios’un övülme nedenlerinden birisi de Ortodoks inancın sürdürülmesi ve Bogomil sapkınlığının canlanmasına karşı yürütmüş olduğu lanetleme gerçeğidir. Aleksios, imparatorluğunun gücünün üç önemli olguya bağlı bulunduğunu vurgular: cesaret, yenilik ve hayrete düşürmek. Bizans’ın yenilik kapasitesine her zaman sahip olduğu romanda ayrıca onaylanmaktadır.



Sonuç Gürsel Korat, titiz ve tutarlı bir tarihsel düzlem yaratmada göz doldurur. Romanın tarihsel zeminini tümüyle açılamak bu yazının sınırlarını aşardı; bu nedenle bu yazıda okurun merak edebileceği, romanın zeminine yerleştirilmiş bazı tarihsel olay ve kişilikler kısaca tanıtıldı.
Rüya Körü’nde tarihselliğin okura bilgi yığını olarak sunulmayıp ancak sezdirildiği görülür. Romanın asıl amacı bir tarihsel dönemi aydınlatmak değil Stefanos ve Andronikos odağında farklı hayaller peşinde koşan iki karakteri anlatmaktır. Elde edebildikleri ve edemedikleri bakımından iki mutsuz karakterin romanıdır Rüya Körü. Biri geçmiş diğeri geleceği görme yeteneğine sahip iki roman karakteri aracılığı ile geçmişte yaşamış insanların düştüğü yanılgıların ve açmazların bu çağın insanlarınınkinden çok farklı olmadığını anlarız. Stefanos’un geleceği geçmişin aynasından bakar gibi açıklaması yeteneği ona bilge bir kimlik kazandırır. Rüyalarında gördüklerinin değişmez ve değiştirilemez olduğunu düşünmesi, neşenin sadece geleceği göremeyen insanlar için olduğunu söylemesi, onun bilgeliğini kanıtlar niteliktedir. Bu roman bize güç kazanma arzusuyla geçmiş ya da gelecek ile ilgili bilgi sahibi olmanın tanrısal özellik taşımayan ölümlülerde bir işe yaramayacağını hatta bu yeteneklerle insanların baş edemeyeceğini düşündürür.
Değiştirilemez olan tarih, insanoğlunun geçmişine duyduğu merakla değer kazanır. Tarihte olup bitenleri öğrenmek, gelecekte olacakları merak etmek insanoğlunun vazgeçemeyeceği tutkular olarak kalacaktır. Rüya Körü der ki: Zaman bir bütündür: Yaşam, geçmiş bilgisinin ve gelecek tasarısının “şimdi”ye katılmasıyla varolur.




Roman Kahramanları dergisinin Temmuz-Eylül 2011 Tarihli 7. sayısında yayımlanmıştır.

1 yorum:

harun akdağ dedi ki...

geçmiş ve geleceği bugünde birleştirmek ...