J. Waterhouse, The Sorceress
Bütün edebi yapıtlar ilk yazıldıklarında önce çöplüğe düşer. Ne kadar albenili olursa olsun, ne kadar satarsa satsın, ne kadar beğenilirse beğenilsin bütün edebi yapıtlar önce çöplük malıdır. Zaman denen çöp toplayıcısı gelmeden, o çöplükten iyi mallar seçilip antikacıya gidemez. Her edebi yapıt o çöplükte başkalarıyla sıkış tepiş halde derin bir yalnızlık yaşar; zamanı bekler, çilesini doldurur. Zaman, çöpten iyileri seçerken, bazı iyi parçaları da kasıtlı olarak orada bırakır; örneğin Monte Kristo gibi parlak cilalı bir eseri oradan almaz ki, çöplüktekiler neyin ileriye gidebileceğini daha iyi görsünler. Kendini parlak raflarda çöplükten uzak sanan kibir budalalarına da yine zaman dersini verir; çöplükte bile kalamayıp geri dönüşüm tanklarına girerler. Fakat ne yazık ki yazarı yaşarken çöplükten çıkmaya fırsat bulamamış, yazarı öldükten sonra değeri anlaşılıp müzeye kaldırılmış yapıtların ahı da, hiçbir şeye kâr etmez. O ah, yazarın seçtiği yalnızlık cehenneminin yankısız duvarları arasında yazarla birlikte unutulur gider. Yaşam adaletsiz bir yerdir.
Büyük edebi yapıtları okurken hayran olan okurun, yazarın ahını işitmesi için dâhi olması beklenir. Eh, bu da en azından iyi edebiyatın niçin seyrek okur bulduğunun açıklaması sayılır.
Yazının devamı K-24'tedir, aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
http://t24.com.tr/k24/yazi/yazar-ve-okur-uzerine-dusunceler,497
0 yorum:
Yorum Gönder