Düşüncenin Yön Gösterici Oku

Picasso, 1946


Kalem toplumsal ilişki aracıdır: İlkokulda sınıfın bir köşesindeki çöp kutusuna “kalem açmaya” gider, bir kaç kafa orada toplaşır, usul usul, çocuk dilince kim bilir neler konuşurduk?
Kalem bellektir: Geçmişin bilicisi ve tarihin kurucusu kalemdir. Kalem düşlemdir: Geleceği inşa etmek kalemden önce akla gelmemiştir. Kalem, zamanın üstünde kaydırakla dolaşan haşarı bir çocuğa benzer.
Kalem yalnızlıktır: Kalemi eline alanın biraz da vay halinedir.
Bana her şeyin alışverişi zor gelir fakat yalnızca kalem almak için, -salt bunun için- kırtasiyecilere giderim ve bu bana neşe verir.
Ayırıcı kalemim kırmızıdır, onunla önemli yerleri işaretler, “aman dikkat” dediğim notları alırım. Mavi ve siyah kalemleri ise olağan notlarımı aldığımda kullanırım.
Tükenmezle sert bir zemin üstünde duran tek sayfa kağıda yazmaya bayılırım. Zevk duyarak yazdığım tek biçim budur. Bunun dışındaki hallerde yazmaktan değil yazdıklarımdan zevk duyarım. Sıvı mürekkepli kalemler kaprisli görünür gözüme, ya mürekkep akıtırlar, ya el boyarlar, ya tıkanırlar, ya kesik kesik akarlar: Zevk alarak yazmasam da defterlerim genelde bu kalemlerin işçiliğiyle doludur.
Kalemin ucu inceldikçe yazasım çoğalır; fakat ince uçlu kalemler akışkanlık konusunda sıkıntılıdır; kalın uçlu kalemler ise mürekkebi bol keseden harcar ve yazıyı berbat eder. Bu nedenle dikey kalemlikten çok yatay duran kalemlikleri severim: İçindekileri kusturmadığı için.
Kağıtlara kıyamam, çok önemli şeyler yazdığımı düşündüğüm zamanlarda bile kağıdın her iki yüzünü de kullanırım. Bir yüzü yazılıp atılmış kağıtlar bana herkesi ayıplıyormuş gibi gelir.
Ne parlak kağıda ne de saman kağıda yazmayı severim. Bunların biri gereksiz lüks, öbürü ise yorucu denecek kadar dayanıksızdır. En iyisi parlak cinsten sarı kağıtlardır; onlar yoksa birinci hamur beyaz kağıt yeğlenebilir.
Bunları söylüyorum ama yazdığı kağıtları dosyalayıp biriktirenlerden değilim: defterlere yazar ve onları biriktiririm. Doğrusu her kitap için koca bir defter dolusu not tutarak çalışırım: Bunlar çeşit çeşit bilgiyle dolu, ilham verici defterlerdir ve kitaplığımda mutluluk verici bir “bellek rafı”nda, yan yana dizilmişlerdir.
Bu durum beni kağıtlara kıymamış biri yaptığı gibi yazdıklarını arşivleyebilmiş biri de yapar.
Kurşun kalemin yaşamımda yeri yoktur fakat kontenjanı hep durur, bir gün gerekli olur diye kalemliğimde ona da bir yer bırakılmıştır. Silgi ve kalemtıraş, kalemucu, zımba, mektup açacağı, küçük not kağıtları, kitap bellekleri ve bant masamın kalemle arkadaşlarıdır. Çünkü hiçbir kalem tek başına anlam taşımaz, yazdığınızı zımbalayacak, dosyalara koyacaksınız, bazılarını bantlayıp bellek olarak bilgisiyara, dolaba asacaksınız, bazılarını da üzerine notlar yazarak kitapların arasına sıkıştıracaksınız.
Kitap arasına kalem koymayı sevmem, kitabın şeklini bozar ama bazen koyduğum da olur, kendime kızarım.
Kaleme tapınmam ben; yani “kalem de kalem” diye övgüler yağdırmaktan hoşlanmam. Benim kalemlerim “her zaman benim olan ve her yerde hazır duran” tanrısal özellikler içinde değildir. Evliya gibidir benim kalemlerim, darda yetişen, işimi gören. Lüks kalemlerden hoşlanmam, pahalı ama yazmaya yaramayan kalemlerin hiçbir zaman sahibi olmamışımdır. Hiçbir iyi marka kalem bilmem, bazıları gözünü belerterek: “Ooo, bir kerecik elime aldım, o nasıl bir şey!” diyerek markalı kalemleri över ya, hiç özenmem. Çünkü ben iyi defter ve iyi kalem alıp iyi şeyler yazacağını düşünenlerden değilim. En değerli notlarım kimsenin yüzüne bakmayacağı çizgili ince defterlerde durur, çünkü ona denk gelmiştir önem verdiğim şeyler. Yaşam gibi yapmacıksız, gösterişsiz yazmanın yolu yazmayı amaç edinmektir, defteri ya da kalemi değil.
Kalem diye inlemem ama basit de olsa kalemimin “yerinde” olmasını isterim. Kimse dokunmamalıdır ona. Bazılarının “çalışma masasına dokundurmama” nevrozu benim dünyamda kaleme yöneliktir. Benim özellikle kızımla yaşadığım kalem kavgaları hep böyle olmuştur:
“Masamı istediğin gibi karıştır ama üç renkten, her zaman hazırda tuttuğum kalemlerimi benden habersiz alma.”
Bu seslenişte mülkiyetçilikten çok, tehlikeye karşı aşılanmış olma, güvende olma duygusu vardır. Kalemin her zamanki yerinde yokluğu yazanlar için gerçek bir öfke nedenidir.
Kaleme dokunmama kuralı çocuklu evde işlemez; bu nedenle onları sakladığım çok olmuştur. Bunun nedeni “aradığım zaman bulma” duygusudur. Çünkü “düşünceyle çalışanlar” bilir ki, yoğun dikkat ve özen gerektiren bu iş, o düşünceyi bozan sıradan yokluklar yüzünden darmadağın olur. Bu nedenle bir yazarın en dikkat ettiği teknik ayrıntı kağıt ve kalemle ilgili olanıdır.
Fakat öte yandan yaşam, yazarı kağıt ve kalemle ilgili olarak sürekli sınar: Gerekli zamanlarda kağıt ve kalem bulamadığım çok olmuştur benim. Karadeniz’de bilmem kim teyzenin evinde balkonda otururken, Fethiye’de, tiril tiril tişört ve gömlekle gezerken, bir ören yerinde karanlık bir dehlizden geçerken ya da denizde üstümde mayodan başka bir şey yokken. Kalem elime geçtiğinde felaketi kavrayıveririm: Bütün düşüncelerim ya suya, ya karanlık geçitlere ya da balkondaki çiçeklerin dibine çoktan dökülmüştür.
Herkes bilir ki yazar çantasında ya da cebinde kalemsiz kağıtsız gezmez ve en olmadık yerlerde karşısına çıkan düşünceleri yeri midir, zamanı mıdır demeden avlar. Oysa yaşamın cilvesi bu ya, düşünce bazen kalemin olmadığı bir zamanda çıkagelir. Alaycı bir tazı gibi kendini gösterip kaçmaya hazırlanan o düşünce, elini silahına atan kovboyu andıran yazarın boş cebindeki kalemi aranışını kikirdeyerek izler. Birden aklına gelir yazarın: Kalemi biraz önce postanede kaleminizi alabilir miyim diyen biri kullanmış, postane kargaşasında da geri vermeyi unutmuştur. “Kalem, kalem” diye inle dur artık: Çünkü bilirsin ki şu anda aklına geleni yazmazsan bellek çok geçmeden başka bir şeyi tutup bunu unutacak ve sen de o aklıma gelen neydi diyerek kıvranacaksın.
Kalemleri ödünç vermeyi sevenlerden değilim ama kalem ödünç almaya itirazım yoktur. Buna isteyen bencillik diyebilir; fakat ben tedbirlilik diyorum.
Araba kullanırken aklıma gelen şeyi yazmak istiyorum, zor oluyor. Bu nedenle önlemleri çoğaltıp birazcık “teknikleştim”: İyi kayıt yapan telefonlar çağındayız, mikrofona söylüyorum, ne yapayım. Kayıt cihazı çıktı, yazı yazmanın törenselliği bozuldu; ama olsun, yine de yazarlığa yardım eden her şey iyidir, diyelim.
Öte yandan, kalabalıkta, öğrencilerimin arasında veya kafede otururken aklıma gelenleri ses kayıt cihazına almakta zorlanıyorum, gülünç görünmekten çekiniyorum. Sonunda şöyle bir yol buldum: Telefonla konuşur gibi yaparak ne söyleyeceksem söylüyor ve cihazı kapatıyorum.
Gece uyurken aklıma bir şey gelir de onu sabaha bırakırsam hiçbir şeyi anımsayamadığımı acı dolu bir iki deneme sonrasında, üstelik çok gençken anladım. Anlamakla sorunu gidermek arasında bir hayli uzun zaman geçiyor, uykuda aklıma bir şey gelirse, gerekçe uydurmadan doğrulup yazmayı ancak orta yaşlı bir adam olduğumda becerebildim: Fırlıyorum ve hemen yazının başına oturuyorum artık.
Bazen yazı yazarken bileğimin ağrıdığını görüp şaşıyorum: Ben miyim o bitmek tükenmek bilmeyen sayfaları yazan? Bu ağrı da ne? Yazmaktan nasır tutmuş orta parmağıma bakıyorum nasır biraz azalmış, ellerim pamuklaşmış azıcık. Bunun nedeni bilgisayara alışmak ve kalem belleğini unutmak elbette. Elle yazmak güç geliyor artık. Daha hızlı ve verimli yazmanın yolu klavyeye dokunmak ve kesip biçerek, yapıştırarak daha hızlı düşünmek.
Bu konuda romantik değilim, bilgisayarın yarattığı nimetleri severim. Fakat şunu bilir ve inanırım ki el yazısı her şeye rağmen yazarın iç dünyasının görünmesini sağlayan özel bir aynadır, yazarlar çağlar ne olursa olsun el yazısıyla var olacaklardır. Bütün insanlık görme dilini ve yazısını icat etse bile yazarın kendine özgü bir el yazısı sistemi bulunacaktır.
Bunu şunun için söylüyorum: Düşüncenin uzantısı el olmaksızın düşünülen şeyi kaleme “indirmek” ve somutlamak olanaksızdır. Bu somutlanan şeyi ancak yazı dönüştürür ve yeniden düşünceye gönderir. Yani soyuta giden yolda kalem bir levha gibi, bir ok gibi daima yön gösterir. Yazar kanımca, “Yazmazsam delirecektim” diyerek kalemini öpen Sait Faik’i aklından çıkarmamalı, kalemini çok sevmeli ve ona zaman zaman övgüler yağdırmalıdır.

0 yorum: