BETON ÇAĞINDA BİR UYKU ÜLKESİ

Berlin. Yahudi Soykırımı Anıtı. Brandenburg 2008 G.Korat




Irmak ADA

 

İnsan, dünya üzerindeki tarihinin, bilhassa son iki yüz iki yüz elli yılında arka arkaya gelen bilimsel ve teknolojik gelişimlerle evvelden sır bildiği pek çok şeyin özüne vâkıf oldu. Edindiği bilgileri değerlendirerek bu pek çok şey üzerinde de büyük oranda hâkimiyet kurdu. Lakin onca bilimsel ilerleme ve teknolojik gelişmeye rağmen iki şeyin sırrına bir türlü vâkıf olamadı, ikisini de bir türlü kontrol altına alamadı: zaman ve rüyalarımız.


Belki de bu bilinmezlik yüzünden, rüyalarımızı hep ilginç bulur, kafamızda tekrar tekrar çevirir, onlara çeşitli anlamlar atfeder, gerçeklikle onlar arasında anlamsal bir bağ kurmaya çalışırız. Yorumlamak deyip geçtiğimiz, bütün bu çabaların toplamıdır. Hepimizin çevremizde kısa bir soruşturmayla elde edebileceği bir veri de hayatımızın zihinsel ve ruhsal olarak büyük sarsıntılardan geçtiği dönemlerde rüyaların da ilginçleşmesidir.

Gürsel Korat’ın son romanı ‘Uyku Ülkesi’nde bizi on dört farklı rüyasına konuk ettiği anestezi uzmanı Sevda Kül’ün bu ilginç rüyaları da geçirdiği bir beyin ameliyatından sonra konuşma yetisini geçici olarak yitirmesiyle birlikte başlıyor. Sevda Kül’ün Nihal adındaki psikolog bir tanışına yazdığı mektuplar aracılığıyla anlatılan roman, birbirini takip eden ve tamamlayan rüyalardan oluşuyor. Rüyaların içeriğinden önce farklı zamanlarda görülen rüyalar arasındaki kurgusal tutarlılık dikkatini çekiyor Sevda Kül’ün. Ve tabii her rüyası, tek seyircisi kendisi olduğu için yayından kaldırılmış bir dizi gibi yarım yamalak hikâye kırıntılarına benzeyen okurun.

Sevda Kül’ün gördüğü rüyalar oldukça sıra dışı bir yapıda, olağanüstü bir düzende seyretmesine rağmen atmosferi ve olayların özü, hiç değilse bu çağda ve bu ülkede yaşayanlar için öylesine sıradan ki rüyanın içindeyken bir rüyanın içinde olduğumuzu anlamadığımız gibi Sevda Kül’ün rüyalarını okurken de kendimizi kendi gerçekliğimizde zannedebiliyoruz. Uyku Ülkesi’nden vatandaşlık alıyoruz böylece. “Bir toplumda rüyada görülenlerle yaşananlar arasında bir fark yoksa, oranın adı Uyku Ülkesi’dir” diyor zira karakterimiz.

Yine roman boyunca pek çok kez, ana karakterimizin rüyalarını yazılı olarak aktarma tercihinin ve yazının kalıcılığının/ölümsüzlük aracı olduğunun altı çiziliyor. “Demek ki yazdıklarımız, konuştuklarımızdan daha derine işliyor. Güzel bir şey bu. Çünkü yazmak anlamaya iyi geliyor. Anladıkça yazdım ama yazdıkça da anladım” diyor Sevda Kül. O da anlatmak için değil, anlamak için yazanlardan. Konuşma bozukluğu olmasa da bu rüyaları yazacağını varsaymak mümkün.

Toplumsal ve siyasi göndermelerin yoğunluğu ve Sevda Kül’ün rüyalarının tekinsiz atmosferi bir araya gelince, gerçeği ürkütücü derecede andıran distopik bir anlatının içinde buluyor okur kendini. İleride, tarihin konusu olduğumuzda yaşadığımız çağa gerçekten de verilmesi muhtemel bir isim olan ‘Beton Çağı’nda, rüyaların polisler tarafından izlenebildiği ve insanların rüyaları nedeniyle sorgulanabildiği bir evrende, çağımızın hemen hemen bütün dertleriyle dertlenen bir roman ‘Uyku Ülkesi’.

Öte yandan, bu rüyaların bir diğer özelliği de o rüyalarda görülen karakterlerin de farklı rüyaların öznesi/gözü/yaşayanı olması. Bir rüyasını, rüyalarındaki üst komşusu Sait Kozan olarak görürken bir başka rüyasında aynı hastanede çalıştığı ve ameliyatından sonra onunla ilgilenen hemşire Serap Kasapoğlu olarak buluyor kendini. Bir yapı marketin montaj elemanı Sinan Koz yahut peşindeki polislerden biri olan Sakıp Kenger’in bedeninde gördüğü de oluyor rüyaları. Bu rüyaların, o karakterlerde de izler bıraktığını fark ettiğinde, “Hepimiz aynı rüyadayız, dedim ve sonra kendi kendime çıkarım yaptım: Hepimiz aynı rüyayı görüyorsak, iç dünyalarımız aynılaşmış demektir. Bu koşullarda düşünme, ortak düşünme olur. O halde hepimiz sürü haline gelmişizdir. Yani benim senden bir farkımın olmaması akla yakındır” diye yazıyor Sevda Kül ve romanın karanlık ama umudu gözden yitirmeyen atmosferi biraz daha yoğunlaşıyor.

Daha çok tarihi romanlarıyla tanıdığımız Gürsel Korat’ın bu kez günceli ele aldığı bir bir kadın anlatıcıyla çağımızın ve toplumumuzun pek çok yarasına parmak bastığı son romanı ‘Uyku Ülkesi’, yazarın uzun yıllar sonra geri döndüğü Everest Yayınları tarafından yayımlandı.

 

Birgün Kitap 23.02.2022

0 yorum: