"BEN"




PARAGRAFLAR 6



Afrodisias 2008



 

 

1

Çocukluğumda sanırım ilk felsefi sarsıntıyı neden ben? diyerek yaşadım ve şüphe yok ki bu soruyu bir ömürdür taşıyorum.

Şunu soruyordum: Dünyada belli bir sayıda insan var hepsi de ben diyerek kendini tanımlıyor, ötekinin canı yanıyor, beriki gülüyor. Fakat bunca ben içinde yalnızca birinin, yani benim varlığım bana şaşırtıcı görünüyor. Nasıl oluyor da ben denen bir kişi var oluyor ve sonra yok oluyor? Neden o kişinin bedeninde ortaya çıkan bu ben, kendisini başka bir varlık gibi değil de içeriden algılıyor? 

 

1a

Başka bir deyişle kendi benimizi neden yalnızca kendimiz hissederiz de başkası değil?

 

1b

Bir balık sürüsü düşünürdüm hep. Koca bir balığın çevresinde onunla birlikte yüzen, keskin hareketlerle hep birlikte geri dönen ve büyük balığın koruması altındaki küçük balıkları gözümle görmüş gibi tasarlardım. Balıkların her birinin kendi olarak dünyayı algıladığını sezerdim. Sonra ansızın sürüdekiler bir başka balığa yem olurdu ve her bir balık öldüğü anı düşünürdü, her balık. Büyük balık canını kurtarır fakat küçük olanları kurtaramadığına bile aldırmaz, kendi esenliği için yoluna devam ederdi. Kendi başına.

 

1d

Sonra ne olurdu, örneğin yok olan her balığın benliği başka bir yerde uyanır da kendisini bir daha düşünür müydü? Yeniden dirilme denen şey mümkün müydü? Bana bu düşünceler, kendimi düşündürtür, yeniden doğduğumu asla aklımdan geçirmediğime göre reenkarnasyonu da yeniden bedenlenmeyi de mantıklı bir düşünce saymazdım.

 

1e

Acı verici bir şey: Büyük olasılıkla hepimiz bu canın varoluşunu bir kez anlıyoruz. Üstelik eşitsiz bedenlerde: Kimi balık olarak kimi kedi olarak, kimi engelli, kimi tanımsız güzellikler içinde.

Bunun bir adalet olmadığını çocukluğumda anladım ben.

 

2

Kediler, köpekler ve hatta bilemediğimiz sayıda canlı hep kendi benini biliyor.

 

2a

Her canlının tek tek kendini bilişini kabul etmeyip de (tasavvufun ya da Spinoza'nın yolundan gitmeyi seçersek) bütün canlıların aslında bir canın parçaları olduğunu anlarız dersek bunu bir açıklama sayabilir miyiz? Yani Platon söylemini seçsem, bütün canların can denen ideanın öğeleri olduğunu düşünsem, böylesi bir şey beni tam anlamıyla bir açıklamaya vardırır mı?

 

2b

Simurg otuz kuş demektir. Otuz kuştan her biri kendi varlığını bilse de ancak simurg olarak anlamlı olduğu sonucuna varırsa, bunun anlamı kollektif dayanışmanın gücü müdür yoksa bireysel olarak hiçbir önemimizin olmadığı mı?  

 

2c

Doğrusu ben ne Simurg'un parçası olmayı seçerim, ne de Platon'u. Ben asla bir başkasının parçası olduğumu da kabul etmem. 

Can tekildir bana göre. Hepimizin başka bir canla yalnızca ortak kökten gelme gibi bir ortaklığımız olabilir. Bir bütünün parçası olmamız da kendimize özgü bir alanımız olduğu gerçeğini yok etmez. Ben başka bir varlıktan türesem de onunla aynı değilimdir. Herkes kendi hayatını yaşar ve Nazım'ın deyişiyle herkes kendi payına ölür.

 

 

3

Fakat şu da doğru: Ben, tekil olarak kalsa da eylemleri çoğuldur. Kendi benliğimizle ne kadar ben olmaya çabalasak da eylemlerimiz ben olarak kalamaz. Yaptığımız bir eylemin benzerini yapan da söylediğimiz söze birebir aynı düşünüyorum diyen de çıkar.

 

 

3a

Unutmayalım ki seninle aynı fikirde değilim sözünü daha çok duyarız.

 

3b

Bu nedenle daima ben olmanın önemini derinden hissederiz.

 

4

İnsanlar ben olmaya çalışmazsa, kollektif benin içinde kendi benliklerini yitirir. Genel kabule uymak istemeyen kişi farklı şeyler düşündüğünü söylemelidir.

 

4a

Ben olmayı küçümseyen, onu toplumsal kişiliğin parçası olarak kabul etmeyi sürdüren bir geçmişten geliyoruz.

Celaleddin Rumî,  Fihi Ma Fih adlı yapıtında Ene'l Hakk demekten yanadır. Şöyle sürdürür sözlerini: "Ben Allah'ım demek niçin günah olsun? Asıl günah ben tanrının kuluyum demektir. Çünkü bir ben varım bir de o denemez." 

Yani ben ben değilim, ben tanrıyla özdeşim.

 

4b

Bu ifade ben ifadesindeki başkaldırıyı fark etmek ve bundan kaçınmaktır. 

 

4c

Ben derken kulluk düzeyinde varlık bulduğunu öne sürmek de daima ortak bir ben içinde kaybolmayı arzulamak da birbirine eşdeğerdir. İster ben tanrıyım de isterse ben tanrının kuluyum diyerek kıvran; eğer kollektif benliğin bir parçasıysan bireysel benliğini yadsırsın. Üstelik böyle bir davranış insanlara çıkarcılıktan uzak, diğerkâmlık olarak görünür. 

Halbuki çıkarcılıktan kaçmak ve insanlara yararlı olmak için ille de kollektif benlik içinde erimek zorunda değiliz. 

 

 

5

İnsanlar neden biz diye konuşur? Yaptığı işin kollektifin amaçlarını aşmadığını söyleyen ve asla yaratıcı olamayan kişilere bir bakalım, onların özellikle böyle konuştuğunu görürüz. "Bu işi böyle yaptık çünkü şunu düşündük" diyen biri kendi özgünlüğünü bile topluluğun çıkarlarına feda eder. Asla tekil değildir ve ömrünü de kollektif içinde yok oluşla tamamlar.

 

6

Vahhabiler kişiye özel mezar tanımaz, onları bilinmez bir yere, yazıt falan olmadan gömerlermiş. Bir kişinin öldükten sonra adı anılsa ne olur anılmasa ne olur dedikleri söylenir. Demek ki insanın yaşarken var olma gayretini tanrıya şirk koşma saydıkları için zaten reddettiklerine göre, öldükten sonra asla var olmamış birinin mezar yerini göstermenin yararsızlığını da düşünmekteler. 

İşte sorun da bu: Yaşarken varlığımız bilinsin diye çabalamak zorunda olmamızın neresi suç? Tam tersine insan olmanın gereği bu. 

İnsanın mezara giremeyen yanı düşünceleridir; bu nedenle kişiye dilediği gibi bedenini doğaya sunma fırsatı verebilmeliyiz.

 

6a

İnsanın ne giyeceğine, ne dua edeceğine, neler yapacağına ve nasıl gömüleceğine karışmak onu bir birey olarak reddetmektir.

 

7

İnsanın bireyliği ölümüyle belli olur. Kişinin düşünceler içinde anılacak bir alanı vardır ve çoğunlukla yazıtlar bunu gösterir. İster taşa yazılsın ister kavanoza; bir mezarın yerini bilmek geride kalanlara iyi gelir çünkü Çiçero'nun ihtiyarlığı anlatırken söylediği gibi hazinelerimizi nereye koyduğumuzu bilmek zorundayız.

 

 

8.

Sözel kültür çağı benliğin yokluğudur ve kollektif varlıkla ilgilidir demiştim. Destanlara ve geçmiş hikayelere bir bakın, orada kişilerin iç dünyasını göremezsiniz. Ben keşfedilmemiştir. Ben ve sen ifadeleri kişinin iç dünyasını değil olsa olsa eylemlerini anlatmak için kullanılmıştır. Antik Yunan oyunları buna örnektir.

 

8a

Oysa bir yazarın ben kipiyle yazmasında Yunanlılar gibi eylemleri ve bunların yarattığı duyguları değil, iç dünyaları, derinlikleri, bilinçdışı alanını da görebilmeliyiz. Günümüzdeki ben algısı böyledir ve bir yazardan da bu beklenir.

 

9.

Çünkü yazarların "ben" kipi kullanarak öykü anlatması öyle kolay olmamıştır. Hümanizma ortaya çıkana kadar üstün varlıkların, tanrının ve kahramanların diliyle konuşan anlatıcılık vardı ve yazı değil söz, retorik değil hitabet öne çıkıyordu. O yüzden eril ve kapsayıcı bir dil içinde, olsa olsa tanrısal olanın, mucizenin ve dinin anlatımı esas oluyordu. Burada kişinin benliği önemli değildi, günahkârdı. Anlatı ise tanrısal olana göre düzenlenmişti.

 

10.

Fakat Hümanizma ile birlikte söz tanrısal katmandan insan katmanına indi. Hikâye anlatılırken tanrının tanıklığına başvurmadan, yalnızca insanın başından geçenleri anlatma yolu keşfedildi. Decameron Hikayeleribunu yapmıştır.

 

 

10a

Hatta tanrısal olanı insanın merkezinden anlatmak da öne çıkıyordu artık. Ben demek bir başkalık ifade etmeye varıyordu. Bütünleşmeyi değil, ayrılığı ifade ediyordu. 

 

11

Ben demeyi ayıp sayan, benliğini bir büyük bütünün içinde yitirmeyi anlamlı bulanlar Kerem ile Aslı'yı, Leyla ile Mecnun'u yazdılar. Bu hikayeler aslında bireysel varoluşun tanrısal olanın bir parçası olduğunu, dağın taşın, kurdun kuşun bile tanrının hikayesini anlattığını ifade ediyordu. Oysa Dante tanrıyı bile anlatırken bir başka ölümlünün, Virgilius'un tanıklığına başvurdu. Shakespeare ise Ferhat ile Şirin'den Romeo ve Juliet'in yalnızca insanları ilgilendiren, tanrısal bir mucize barındırmayan hikayesini çıkarmıştı. 

 

11a

Sanat tanrıdan insana değil, insandan tanrıya uzanan bir yoldu artık. 

 

 

11b

İşte bu yüzden Goethe'nin Faust'u öğretiye meydan okumaktadır, ben'in başka bir duruşudur bu artık. Schiller ile dostluğu onun kentli ve aristokrat bir ben edinmesini sağlamıştır. Zaten 19. yüzyıl pikareskten klasiğe doğru evrilen roman sanatının da çağıdır; bu çağda ben'in kentli açılımları ve insanın iç dünyasının keşfi başlamaktadır. Anna Karenina, Suç ve Ceza ve Goriot Baba bu çağda yazılmıştır. Üstelik bilim insanlarının doğa olayları karşısındaki tarafsızlığı fark edilmiş, sanatçının ben dediği şey nesnelliğe evrilmiştir. Başka deyişle edebiyattaki nesnellik bilimsel laboratuvarların meşru çocuğudur.

 

12

İnsanın bilinçaltının keşfi de ben'le ilişkilidir. Freud'la birlikte, bütün eylemlerimizin bilinçli olmadığı, eylemlerimizi bilinçdışının da yönettiği gibi bir acayip çıkarımla karşılaşırız. 

 

12a

Ancak ne var ki gelişmeler her zaman iyilik yüklü olmuyor. İnsanlıkdışı dürtülerin, karanlık isteklerin ve acı çektirmenin işbölümü derinleşip uygarlık geliştikçe hayatımıza dolaysız girdiğini görüyoruz. İnsan şehirli oldukça başka insanlara zarar vermeye ve ben dediği şeyin hastalandığını anlamaya başladı.

 

12b

Ben değilken bireysel vicdana sahip olmayan insan en azından kolektif vicdana sahipti. Ben haline geldikten sonra, çok geçmeden kolektif vicdana aykırı düşen, ben yaptım oldu ile anlam bulan bir acımasızlığa doğru yürüdü.

 

 

13

Çok yakın zamanda bir dostumdan zenginlerin demans ya da başka hastalıklara yakalandığı zaman bundan kurtulmak istediklerini ama orta halliler ile yoksulların olayı daha çok kabullenen bir tarzda olaya yaklaştıklarını öğrendim.

Yani insan zenginleştikçe bireysel olarak var oluşundan daha çok zevk alıyor ve dünya nimetlerini terk etmek istemiyor. 

 

13a

Ben'in farkına varmakla bireyci faydacılığı benimsemek arasında bir bağıntı mı var acaba?

 

14

Başka bir dostumun yaşadıklarını anlatarak buna yanıt vereceğim: Arkadaşımın önemli ameliyatlar geçirdiği bir dönemiydi. Her operasyonda yaşamaktan ümidinin olmayabileceğini düşündüğünü, hayati tehlikeyi atlattıktan bir süre sonra bana anlatmıştı. Pandemi dönemiydi ve yaşamak aslında bir bakıma şans işiydi.

"Yaşamı yiğitçe terk edebilmek erdemdir" dedi bana, "Bunu böyle düşünebileceğimiz zaman geldiğinde öyle davranmalıyız."  

 

14a

Ne pahasına olursa olsun yaşamak düşüncesi belki ömrü uzatır ama uzayan ömrün yaşayana ait olmadığı kesinlikle söylenebilir.

 

 

15

İnsanın zaman algısı da onun ben denen içsel oluşumla ilgisini gösterir. Çocuklukta ölüm yoktur, çocuk ve tanrı aynı şeydir. O yüzden ben de bulunmaz çocukta. Daima anne ve baba vardır.

 

15a

Ergen de zamanı bilmez. Ölümü anlasa da başka benliklerin farkı hakkında düşünmemiştir. O nedenle daima başkalarının iç dünyası ona bilinmez yahut gülünç görünür. Ergenlik kendini tanrı sanan budalalığın çağıdır. Gelişmemiş insanların, bencillerin ve softaların sürgit ergenler olduklarını düşünüyorum. Bu dönemde ben fikriarkadaşlık ve çevre ile sınırlıdır.

 

15b

Birilerini vuran ya da yaralayan insanlar işitiriz. Ne kendilerinin cezaevinde geçireceği zamana acırlar ne de başkalarının benliğine. Bu durum asıl kendi benliği hakkında bir fikir sahibi olmamak demektir. Suç, çevreyi kuşatan algıya hesap vermek için işlenir. Böyle insanlar kuşatılmış bir sosyal benlik içinde yaşar. Bunların ben dediği şey herkestir.

 

15c

İti ite kırdıran nice azmanlar gördüm. Kendi çıkarları için şahin, başka çıkarlar için serçeydiler. Çok kurnazdılar. Onların ben dediği şey herkesten üstün olandı.

Yani kendilerini öyle görürlerdi.

 

15d

Böylece anladım ki ben denen kimlik katmanıyla kurulan ilişki hem zekâ hem de vicdan gerektirir.

Ben kalmak ve vicdan sahibi olmak iyi insan eyleminin tam karşılığıdır.

Bu da şu yaşadığımız çağda iyi bir çevreyle, sarıp sarmalayan eğitimli yetişkinlerle ve insanca okumalarla mümkün olan, çoğu zaman da aramakla bulunmayan bir şeydir.



Kitap-lık sayı 235

Ocak-Mart 2025

 

 

0 yorum: